Gülgeç’le Bir Söyleşi...

“Gösteri” dergisinin temmuz sayısında İsmail Gülgeç’le bir söyleşi yayımlandı. Gülgeç'le konuşan Yaşar Seyman'ın geçtiğimiz aylarda yine “Gösteri”de, ozan Ali Yüce'yle söyleşisi çıkmıştı.
İsmail Gülgeç’i Cumhuriyet okurları, çizgilerinden tanır. Çok kişi, onun yaşam öyküsünü merak eder. Yaşar Seyman, Gülgeç'in bu yanıyla, gülmece anlayışını ortaya çıkarmaya çalışıyor. Sanatçılarla konuşmak, onları konuşturmaya çalışmak kolay bir iş değil. Ancak, bildiğim kadarıyla, Yaşar Seyman’ın bunun yanında, içinde doğup büyüdüğü toplum kesitini, insanlarını, örneğin Çinçinbağları'nda bir "Pupuş Bibi"yi yazıp ortaya çıkarması ile İlgili çabası, ilgiyle beklediğim bir konu olacak. “Gösteri"deki, "Gülüp Geçmeyen Gülgeç'' yazısını okursanız, onda bu yeteneğin varlığını sezersiniz...
Gülgeç’le konuşma, onun evini anlatmayla başlıyor, şöyle:
"Mayıs sabahı, hışırtılı bir yağmurla Gülgeç’e gittim. 27 şubat 1947‘de doğan Gülgeç insana, merhaba! Bugün bahar senin olsun...
Bambu takımlar, minik sedir, çiçekli el basmayla bezenmiş. Müzik seti üstünde ve yanında güzel bir kütüphane, yardaki fıçıda dirgen ve tırmık. Gözlerim, duvarlardaki çeşitli kadın figürlerine kaydı. Güzel, anlamlı çizgiler...”
Yaşar Seyman, İsmail Gülgeç’i şöyle görüyor:
"...ince, ufak yapılı, gözlüklü, gülerken gözleri noktalaşıyor. Simsiyah sakallı, koltuk değnekleriyle güçlü bir esmer zeka..."
Gülgeç'e karikatürü sormanın sırası gelmiştir. Sorar:
Bence, diyor, karikatür çizgilerle kitlelere sorunsalı anlatma sanatı. Sanatçının anlatım bağı, diğer sanat dalları gibi. Şiir, roman, müzik vb. karikatür aynı zamanda bir zorlama sanatıdır. İnandığım şeyleri zorla çiziyorum. Çünkü bir şeyleri yıkmayı hedefliyorum!.
Sonra, karikatürcülüğe ilk başladığı günleri anlatır Gülgeç:
Demokrat İzmir'de siyasal karikatürlerim yayınlanmaya başladığında inan, sağı solu bilmeden güdüsel çiziyordum. Çizdiklerimin yorumunu yapamıyordum. Yorumu okuyucuya bırakıp çizmek, işte o zaman karikatür sanatından ürktüm. Geriye saymak benim ilkem değildir. Tek yönlü çalıştığımı anımsamıyorum!
Çizerken fırçanı değdirip çektiğin oluyor mu?
Bir dünya görüşüm var ve üretkenlik, zekayı geliştiriyor. Birçok anlatım yolu bulabiliyorum. İnce ve pat diye yapılan eleştirileri… O zaman fırçamı çekmiyorum. Ereğime ulaşıyorum.
Bu sözlerde , sizin çizerken kendinizi denetlemediğinizi, sanatçının özgür yaratma gücüne saygılı davrandığını düşünebilir miyim? Geçiş dönemlerinde sanatçılar bunalımdan söz ediyorlar... Ayrıca siz de bunalımın sanata katkısına inanıyor musunuz?
Ustalık bu dönemlerde başlar. Sıkı tutmalı. Tam tersi, benim için en üretken dönemim... Sanatçı iyi araştırır ve gözlemlerse, daha yaratıcı olur. Örneğin, Gırgır dergisi bile bu dönemde kendi doğrultusunda çizgilerini sürdürdü...
Kadınların sorunlarını çok güzel işliyorsunuz?
Aslında kadın cinsini çok seviyorum. Biz erkekler kalelerimizi iyi koruduğumuzda, kadınların acelesi var bence. İster feministçe, ister başka türlü savaşmalılar. Destekliyorum.
Yeterli mi?
Değil... Çizgilerimle de bunu anlatıyorum. Çağdaşça tartışan aydınlık düşünceli kadınlar istiyorum...
Entellektüel ayıyla neyi vurguluyorsunuz?
Bizde yarı aydın dediğimiz ayakları yere basmayan geniş bir kitle vardır. Bilgileri yarım yamalaktır ve bellidir. Buna karşın çok uç noktalarda görünürler, öyle inanıyorum ki hayvanlar yerine, bir başka sorunu motiflere çizseydim yine başarılı olurdum. Hayvanlarla vereceğimi verdim, artık değişik şeyler yapabilirim. Bunu ilettiğimde yöneticiler, kapris yapıyorsun, diyorlar. Oysa yeni şeyler yaratmak istiyorum. Doğal olan da budur.
“Hayvanlar” imgesi sizde nasıl doğup gelişti?
Bir ön araştırma yaptım. Daha sonra belleğimde kalanlarla hayvanları konuşturdum. Bir kalıbı kırdığımı gördüm, insanların törel değerleriyle, özdeyişleriyle çarpık olan, bize uymayan şeyleriyle dalga geçebileceğimi anladım. Çünkü biz hayvanlar kanalıyla değer yargıları yaratıyoruz. Örneğin "kuşlar söyledi", "it ürür kervan yürür" vb. deyimler ve atasözleri üretmişiz.
Gülgeç, “hayvanlar”ı çok güzel ve sevimli çizerken, kendisinin sevecen ve gizemli yüzünü çirkin çiziyor. Merak ettim. Bu amaçlı bir davranış mıydı? Sordum:
Kendini niçin çirkin çiziyorsun?
Doğru kendimi çok çirkin çizerim. Hırsımı öyle almak istiyorum. Okura kendimi hep sağlam çiziyorum. Okuyucuyu tedirgin etmeye hakkım yok. Kendimi anlatmıyorum. Çizdiklerim evrensellik taşısın istiyorum. O yüzden doğalı çizmek zorunda hissediyorum kendimi. Kendimi çirkin değil, normal, dağınık bir tip görürüm. Ne kendime acıdım, ne fazla beğendim. İnsanların büyük yanlışı kendileriyle uğraşmaktır...
Basında seni gazeteciliğe kim ısındırdı?
Abdi İpekçi. Türkiye'nin gereksinimi olan insan simgesini yaratıyordu. Tam bir demokrattı. Ben tarafsız olamam, beceremem. Birey bana iyi davransa bile çevresindekilerle davranışı beni etkiler; ondan soğurum, bağdaşamam. Abdi İpekçi böyle değildi, insanlarla arası iyiydi. Bir yere geldikten sonra iyi olmak güzel de, gelirken kötü olunabilir de!