Göz Önünde, Gözaltında Aydınlar: (6) Hücreden Duyulanlar...

Emniyette ‘‘hücre''de baskılar, yokluklar, sanıkların kendilerine bir zarar vermemeleri, hatta kendilerini asmamaları içinmiş! Bu gerekçeye, yazar, emekli öğretmen Vecihi Timuroğlu deli olmuş:
—Niye insan kendisini hücrede asacak mı? Olabilir, dayanamayan insan olabilir, çok suçlu insan olabilir; ama bu da milyonda bir olur! Milyonda bir sapığa göre düşünüyor, normal (düzel) insana göre düşünmüyor devlet. Çok önemli, Mustafa!
Vecihi Timuroğlu, ”hücre''de tanık olduğu ikinci gecenin olayını da anlattı, şöyle dedi:
—Neyse, gece bir patırtı, gürültü doğdu; ikinci gün gece, bu bizim olaylarımızın dışında şimdi...
—Sorgu, morgu yok!
—Hayır, daha sorgu yok! İkinci günün sonunda, gece patırtılar, gürültüler... Bir süre insanlar geliyor, gidiyor, biz hücredeyiz; anlamıyoruz da tabii. Meğerse öğrencileri toplamış, getirmişler. Epeyi sakatat var herhalde ki işte... Şuydu, buydu, beş dakikada onların sorgularını yaptılar, bıraktılar! Kendi aralarında konuşuyorlar, işte diyorlar:
—Yav, bu çocuklar... Neyse, bıraktık gittiler...
—Boşver, diyor öbürü, iyi iş yaptık, falan. "Neyse, böylelikle DGM'den de kurtulduk" diyorlar. Yani, DGM'ye götürmemiş oluyorlar.
Onları bıraktılar bıraktılar, fakat iki tane kızı bırakmadılar! O iki kızdan biri, benim hücremin yanına geldi; hücremin yanına geldikten sonra, sert ekip görevde, o ekipten bir tanesi geldi, kızla bir şeyler konuştu... Kıza:
—Ne oldu, diye sorduk.
—Ne bileyim ne olduğunu! İşte görüyorsunuz dedi. (Görevliyle genç kız arasında şu konuşma geçmişti):
—Sen niye böyle işlere karışıyorsun?
—Siz nasihat etmeyi bırakın (genç kız gayet ciddiydi), sancım var; kolum kırıldı (ya da çıktı dedi) bilmiyorum, dayanamıyorum! Çok sancım var. Lütfen beni rahat bırakın!
-Kırılırsa kırılsın, ne dacakmış yani?
(Vecihi Timuroğlu, hücreden duyuyor sesi; hücrelerin arası, sonradan örülmüş belli, orası büyük bir salonmuş, tuğla örülmüş sonradan, konuşmalar duyulabiliyor)
—Bu gitti, yeniden geldi kıza. Belli ki arkadaşlarını kurtarmak için bir şey arıyor. Kıza bir para vermek istedi...
(Bu arada, Vecihi Timuroğlu'nun anlayamadığı konuşma da geçer; görevli. “Buluşuruz, yarın görüşürüz]'' gibi sözler de mi etmektedir? Timuroğlu, "Anlayamadım, art niyeti ne?” diye sorar kendi kendine. Genç kızın yanıtı iyice duyulmaktadır bitişik hücreden)
—Ben bu parayı alamam!
—Niye alamazsın?
—Benim olmayan bir parayı yiyemem! Lütfen beni rahat bırak!
—Sen bilirsin! (Görevli uzaklaşır)
Vecihi Timuroğlu anlatıyor olayın gerisini. Şöyle diyor: —Sen bilirsin, dedi, gitti. Kapıyı da kapatınca bizi duyamıyorlar; ben tıkırtıyla kızı uyardım, kız da tıkırdattı:
—Kızım senin adın ne, dedim.
—Şükran, dedi. Soyadını anlayamadım. Söyledi yani. "Kızım neyin var?" dedim. "Bilmiyorum” dedi. Bana "Hocam” dedi, belki alışkanlık, belki de bildi. Bunlar öğrenci oldukları için herkese “hocam" diyebilirler, "Hocam”, dedi, "kolum ya kırıldı ya çatladı ya çıktı, sancısına dayanamıyorum!"
—Eee, senin altında bir yatak, bir şey falan var mı, dedim. —Bir battaniye var, battaniyenin yarısını altıma aldım, yarısını sırtıma aldım!
—Kızım, o para ne parasıydı?
—Ben de bilmiyorum!
—Peki, senin paran var mı?
—Yok!
—Aç mısın?
—Açım!
Sabah oldu, “iyi ekip" geldi! İyi ekip gelir gelmez, söyledim ben; "Bakın”, dedim, "böyle böyle... Bizim hanım da bana biraz peynir ekmek göndermiş, bu çocuğa peynir ekmek verelim!"
—Peki, dedi, hemen aldı, verdi. Bir de süt getirtti çocuğa; yani kendi parasıyla getirtti, para verdik almadı! Böyle, iyi bir İnsan o da! "Yahu", dedim, "bu çocuğun kolu da kırık, çıkar şuraya...”
—Hocam, dedi, ben ona karışamam! Buraya kadar, ondan sonrasına karışamam!
-Niye?
—O, polisle çatışmaya girmiş! Başıma iş açar sonra. (Timuroğlu, "Kendi aralarında da korkuyorlar!" diye düşündü) Biraz geçti, yanımızdaki bir başka hücreden daha yüksek sesle konuşma geliyor. Bir polis görevlisi o da; diyor ki:
—Kızım bak, sen suçsuzdun, niye buraya geldin? Anlat bana! Senin burada olduğunu öğrenir öğrenmez deliye döndüm ve buraya geldim! (Kız öğrenci konuşuyordu)
—Ben Silifkeliyim, yeni geldim. Benim olaylardan filan hiç haberim yok. Arkadaşlarımızdan birinin annesi, yiyecek vermişti; ben o torbayı arkadaşıma götürüyordum, İdari İlimler Akademisi’nin orada indim otobüsten, öğrenciler kaçışıyorlardı; beni ilgilendirmiyor. Ben karşı kaldırıma geçtim, yurda doğru yürüdüm ki arkadaşıma vereceğim, birden polis beni de çevirdi; "kardeşim" demeye kalmadı, beni de attı arabaya. Ondan sonra hepimizi arabanın içinde feci dövdüler! Çok kötü küfürler yaptılar. Buraya getirdiler! Ondan sonra, herkesi bıraktılar: fakat bu arada bizi adli tıbba götürüp getirdiler! Adli tıpta benim sırtımda bir yara, cop izi görüldü. Onun için beni tekrar buraya getirdiler. Bana zorla başka tutanak imzalattılar! (Genç kızın bu sözlerine, gelen polis görevli kızmıştı)
—Aptal kız! Niye imzaladın? Kendini suçlu yaptın!
—Ben ne yapayım? Cuma günü öderim var, pazartesi günü sınavım var, ben mecburum. Lanet olsun! Ben adli tıbba da gitmek istemiyorum. Benim ablam, Numune Hastanesi'nde sosyal hizmetler uzmanı, beni tedavi ettirirdi. Allah kahretsin! (Genç kız ağlıyordu)
Genç kızı getirip kaloriferin yanına koydular, ilgilenmeye başladılar. Görevde iyi ekip olduğu için, beni de çıkardılar. "Gel, sen de biraz otur", dediler. Polis görevlisi sorgulamasını sürdürdü, şöyle dedi:
-Bak, Feride kızım! Sana karşı haksız bir muamele yapıldı; ben bir polis olarak buna isyan ediyorum! Polisin adını, böyle ...,böyle kafasızlar, bizim...rezil ediyorlar! Ben akademi mezunuyum, bir polis mesleğine bunu yakıştıramıyorum! Yarın her şeyi ortaya koyacağım, senin işini düzelteceğim! Eğer düzeltemezsem, burada herkes tanık olsun, namusum üzerine, bu mesleği terk edeceğim! Çünkü, gerçekten sana yapılan muamelenin haksızlığını ben biliyorum, ta başından sonuna kadar. Ben senin nasıl alındığını, nasıl getirildiğini biliyorum! (Genç kız teşekkür etti, memnun oldu, görevli gitti, Timuroğlu’nu yine hücresine koydular)...