Göz Önünde, Gözaltında Aydınlar (5) Hücrede Yaşam...

Emekli öğretmen, yazar Vecihi Timuroğlu, emniyetteki "hücre”yi anlatıyor. Konuşmamızın sonunda, "Bir tane sandalye verseler de olursak, o da yok!" dedi. Sordum:
-Ayaktasın?
-Evet, evet evet... Ayaktayım!
-Uzanacak, yatacak bir yer?
-Nereye uzanacaksın? Zaten dedim ya, iki metre karelik bir yer, uzansam... Benim boyum 1.80! Uzanamam da yani. Fakat bir şey olsa, bükülürüm, mükülürüm, üstüne otururum hiç olmazsa. Şu anlamda: yogi gibi, böyle bağdaş kurarım, ama tahta olsa. Betona nasıl oturacağım ben o halimde? Birden içime bir sızı girdi, Ahmet Telli... Sızı girdi içime. Ahmet Telli zatürree çocuk biliyorum, zatürree tedavisi görüyor on beş günden beri. "Eyyvah, dedim, eğer Ahmet de betondaysa, bu çocuk ölür azizim artık!" Nasıl kurtaracaksın yani, ondan sonra? Derken, tahminlerim doğru çıktı. O ekip gitti, gece bize böyle şey yapan bir ekip geldi! Gayet kibarca:
-Yeni gelen siz misiniz efendim? dedi.
-Evet!
-Adınız?
-Vecihi Timuroğlu! Ben size bir soru sorabilir miyim?
-Buyurun efendim!
-Ahmet Telli hangi hücrede?
-7 numaralı hücrede!
-Peki, acaba Ahmet Telli'nin koşulları da böyle mi?
-Nasıl?
-Yani, yatak yok, ranza yok, tahta yok, sandalye yok!
-Bakalım efendim! dediler, gayet kibarca. Gittiler, baktılar, geldiler; "Buyurun Hocam" dediler, Ahmet Telli’yi kaloriferli bir yere aldılar. Ahmet Telli, oraya iki-üç kez gittiğinden, tanıyorlar. Kaloriferli bir yere, daha doğrusu, kendilerinin bulunduğu yere aldılar Ahmet Telli'yi. Dedim ki:
-Kardeşim, bize bir battaniye, bir şey...
-Veririz efendim! dediler. Yani, meğerse varmış! Bu ekip iki kişi bunlar; bunların adını sana söyleyeyim de, sen yazma! Bunların adını bilirlerse, uçururlar bunları. İkisi de birbirinden insan, beyefendi mi, beyefendiler!
Getirdiler bir tahta parçası, sedir gibi bir şey; berbat olsun, ben razıyım ona; iki tane de battaniye verdiler bana. Ahmet Telli'ye de yaptılar aynı şeyi. Ahmet Telli’ye çay verdiler, ekmek, peynir verdiler. Dedim ki, “Benim de siyatiğim var, ben de çıkıp kaloriferin yanında biraz oturabilir miyim?"
-Derhal efendim! dediler, neden daha önce bize söylemedin?
-Ben de çıktım oraya. Ahmet'i de gördüm böylece. Ahmet perişan, çok perişan! Dedim "Ahmet, böyle böyle..." dedim. 'Tamam Hocam" dedi. "Bana da yer yaptılar...'’ Ondan sonra dedim ki:
-Yahu, bizden sonra gelen dört çocuk var, onlara da bir baksak...
-Tabii Hocam! dediler. Gittik, hücrelerine baktık çocukların. İki tanesi kız çocuğu, yerde yatıyorlar. Mustafa, yerde betonda! İkisi de böbrek hastası! Sabah akşam ilaç alıyorlar!
-Adları belli mi onların?
-Evet, evet adları belli. Biri Tülay Orhan, o edebiyat fakültesi öğrencisi, bir tanesi de. hem bir devlet dairesinde çalışıyor, hem de İdari Bilimler Akademisi'nde, İşletme Fakültesinde okuyan Feray Işık diye bir çocuk. Hemen ilgilendiler, onları da aldılar kaloriferin yanına. İlaçlarını içirdiler. İlaçların saatli alınması gerekiyor. Biri:
-Kızım, dedi, neden saatini geçirdin? Sonra perişan olursun?
-Vermediler, ne yapayım? Karşılığını verdi kız çocuğu.
Başka hücrelerde başka insanlar da var. onlara da aynı insancıl davranışta bulundular. Ama, akşam oldu, bu ekip gittiii...
Bunlar da korkulu. Zaten dediler:
-Hocam, birisi gelirse hemen içeri girin!
Tabii, biz çıtırdı duyduk mu, hemen hücrelerimiz! (Güler misin ağlar mısın? Gülüşüyoruz) Ne yapacaksın? Akşam oldu, bir ekip geldi gayet sert! Azizim, bizim o tahtalarımızı, battaniyelerimizi topladılar. Sordum:
-Niye topluyorsunuz?
-Topluyoruz! dedi, emir böyle...
Onlar gitti, bir ekip daha geldi. Onlar, daha beter bir ekip!
-Nasıl?
-Daha beler bir ekip yani, şimdi onlar geldiler; "Battaniye, yatak var mı? Verin!"
-Yok, dedik, aldılar zaten!
-Bakalım! Açtılar hücreleri, baktılar falan... Buraları süpürün!
Gece yarısı bize hücre süpürttürdüler.
-Kardeşim, niye süpürüyoruz burada anlamadım? dedim.
—İnsan yattığı yeri temizler!
-İyi de ne yaptık? Bir şey yapmadık yani...
-Ekmek kırıntısı falan vardır...
-Ekmek de vermediniz!
Fazla konuşma! Anladım, sertleşiyor adam; “Peki kardeşim peki" deyip süpürdük! O çocuk, kızlar perişan, bir tanesi aybaşı oldu, pamuk lazım, vermezler kıza! Berbat kızın durumu; neyse taaa, o iyi ekibi bekledik de pamuk aldırdık! Düşünebiliyor musunuz yani, garip bir şey...
Yani söyleyeceğim, ekipten ekibe de tutum değişiyor. Ama, denetlemeye falan kimse gelmiyor ki; aslında denetlemeden korkan iyi ekip! Öbürleri gayet memnun, çünkü, talimat var. Ben sordum o iyi ekipten birine:
-Siz niye böyle kardeşim, o niye böyle? Dedi ki:
-Valla Hocam, bu insanlık meselesi. Ben kıyamıyorum, dayanamıyorum, içim eriyor! Ama öbürü talimata bağlı, onların yaptığı doğru!
-Nasıl?
-Getirdi talimatı okuttu biz, adamların yaptıkları aynen talimatta var azizim. Aynen...
-Verilmeyecek! Ve bunun gerekçesini de yazmış; diyor ki; "Yatak verilirse, sedir verilirse, bunalım içinde kendilerini asabilirler; tahtaları söküp kafalarına vurarak, kırabilirler, Sonra sizin başınıza iş açarlar!" Yani talimata dayanıyorlar. Çünkü, buradan anlaşılıyor, devlet hiçbir zaman insanca düşünmüyor. Meseleyi insan haklarına göre düşünmüyor. Hep sapığa göre düşünmüş!