Görüş günü şiirleri

Mayısın sonlarıydı: Postacı, Tunçay'ın evine paket postanesinden bir makbuz getirdi. Fransa'dan Tunçay'a gelen bir paketin makbuzuydu bu. “Gelin, alın” deniyordu. Gitti. Çeşitli imza işlemlerinden sonra. Paketin içinde “Türkçe kitaplar” olduğu kaydı bulundu. Şef, Mete Tunçay'a:
"Emniyete göndereceğiz” demez mi?
— Durun yahu, diye atıldı tarihçi Mete Tunçay. Bir açıp bakalım. Belki istemeyeceğim bir şeylerdir. O zaman geri gönderirsiniz...
Razı oldular, paket açıldı. İçinden Server Tanilli’nin Strasbourg'tan gönderdiği kitaplar çıktı. Bunlar, İstanbul'da son çıkan “Yüzyılların Gerçeği ve Mirası-İnsanlık Tarihine giriş” kitabıyla, "Candide” çevirisiydi. Mete Tunçay, gelişmeleri şöyle anlattı:
— Server anlaşılan bunları önce Strasbourg'a aldırmış. Sonra imzalayıp bazı dostlarına postalamış. Bana yazdığı iki satır için pek duygulandım.
Ama bu kez memurlar, gümrük vergisi diye tutturmaz mı? Yabancı dilde kitaplar gümrüğe tabi değilmiş. Ben bu örneğin farklı olduğunu anlatmaya çalıştım. Yurt dışında basılıp Türkiye'ye ithal edilen bir kitap söz konusu değil ki. Kös dinlediler. "Kanun böyle” dediler. Makbuzun arkasına, “gümrük vergisi istendiği için iade ediyorum” diye yazdım, bırakıp çıktım. Server'in imzasına gümrük ödemeye değerdi elbette. Ama bana yapılan işlem pek canımı sıktı. Server Tanilli, anlar diye düşündüm...
Server Tanilli'nin kitapları, tüm kitapçılarda bulunabilir. Genel dağıtım için, İstanbul’da Cağaloğlu'nda "Say Dağıtım” dağıtımı üstlenmiş durumda.
***
Cumhuriyet okuru Fahri Şahin, 16 Kasım 1983 günlü “Ankara Notları"nı şiirleştirmiş. “Sedef renkli bir şafaktı” başlığını koymuş Fahri Şahin’in şiirleştirdiği, gerçekte Erzurum depremini konu alan Erdal Elgin’in mektubuydu. Mektubu yazan gerçek bir ozandı. Ozanın bir başka mektubundaki şiiri aktarmadan önce, Fahri Şahin’in şiirleştirdiği mektuptan bir bölümü aktarayım:
"Şimdi düşünüyorum. Erzurum gecelerini/soğuk, ıslak ve kanlı Erzurum/Sedef renkli bir şafakta başlamışlardı güne/ve az sonra iliklerine dek sarsılacaklar/Kapkara bir dünyanın gayya kuyusunda./Yapayalnız kalıverecekler...
Gazeteler beş on gün daha yazarlar./Belki o kadar bile sürmez./Sonra her şey unutulur gider./Acılar biter yardımlar kesilir / Oysa her şey henüz başlamaktadır./Ve o insanlar için çekilenler bitmemiştir..."
Dün babalar günüydü. Mamak'ta, Malatya'da, İstanbul'da, daha birçok illerde, cezaevlerinde görüş günlen. Yüz yüze, yan yana oldu. Bayramları bunun için seviyorum.
Erdal Elgin, anasına yazdığı bir mektupta şöyle diyordu:
"Anacığım,
Daha ilk görüş gününde, sana ve tüm evlat acısı çeken analara bir şiirle sesleneceğimi biliyordum. İçime daha o gün doğmuştu. Ancak bir su taşkını gibi yüreği basan duyguların söze dökülmesi, estetik bir kalıba sığdırılması için en uygun zaman, o duyguların dopdolu yaşandıktan sonra, durulup dinlendiği zamandır. "Sel gider kumu kalır" hesabı, sonradan sözcüklere dökülen o duygularda, önceki selin izlerini buluruz.
Yaşadığım iç depremi sözcüklere dökerken hiç zorlanmıyorum. Yazdıklarımın bir değeri var mı? Üç beş dize kalır mı geleceğe? Bunları uzun boylu düşünmüyorum. Öyle zengin, öyle görkemli bir şiir geleneğimiz var ki... Ve ben öyle yalınayak yaşıyorum ki gerçeği! Böylesine duyup da yazmamak, sorumsuzluktur. Ayıptır gibi geliyor bana..."