Binalı Seferoğlu'nun anası öldü, cumartesi günü; Karşıyaka gömütlüğünde namazı kılınıp, kaldırıldı. Kaç kez geçmiştir, Binali'nin yaşlı anası "Ankara Notları"nda. O, güngörmüş, bilge anaydı. Bir Anadolu kadını. Binali, mahpus damlarında yatıp çıkmıştı, sabırla beklemişti oğlunu. Öğretmenlerin kıyım, cezaevi öykülerini dinlerdi oğlundan. Bir gün;
Tükenmiyorsunuz da hay oğlum! demişti bilge kadın.
Kıyımlardan, işkencelerden geçmişler, ancak ne var ki, tükenmemişlerdi devrimciler işte...
O gün Dil Bayramı'ydı. Dil Derneği yöneticileriyle Anıtkabir'e gitmiş, Karşıyaka’ya Binali'nin anasının törenine gidememiştim. Saat 14.30'da “Metropol”da kutlanacaktı 55. Dil Bayramı, düşünüyordum, niye "Metropol" sinemanın adı, Türkçesi yok mu bunun? Tahsin Saraç’ın "Büyük Fransızca-Türkçe Sözlük” ’ünde, "Metropole" karşılığı olarak "Anakent" ya da "Başyurt" denilmiş. Ne güzel, "Anakent Belediyesi" sözcüğünü kullanıyoruz. Metropol, pöh!
İçeride oturacak yer yoktu, aradaki merdiven basamaklarına iliştim. Çok kişi öyle oturuyordu. Böyle kalabalık hiç olmadı. İçerisi sıcak, havasız da; ama kimse yerinden kıpırdamıyor. Heyecanlı bir filmi izler gibi, konuşmaları dinliyor. Konuşmacıları çılgıncasına alkışlıyor. Yaşar Kemal, Türkçenin güzelliklerini anlatıyor:
Devenin yavrudan büyüyünceye dek yedi adı var, hiçbir dilde yok bu; hayvanların çıkardıktan sesler ayrı adlardadır. Kurt ulur, it ürür "havlar", öküz böğürür, koyun meler, eşek anırır, çakal haykırır, aslan kükrer, kaplan heykirir... "Kaplan geldi heykirmeye / Yaş geldi yirmiye / Her ananın kârı değil / Böyle yiğit doğurmaya. .." Yazarın işi, bu dili kullanarak yaratmaktır. Nazım Hikmetler, Yunus Emreler, Karacaoğlanlar, dilimizi güzelleştirmişler, işlemişler, geliştirmişlerdir. Anadolu'da bir söz var, “Yele bent yapılamaz” derler Türk dilinin gelişmesini, özleşmesini kimse engelleyemez. Böyle bir dilin gelişmesini engellemeye Özal Efendi’nin gücü yetmez. Özal kim oluyor? Grek hemşerimiz Thales, 2000 yıl önce söylemiş: "Ulusların yasalarını yapanlardan, türkülerini yapanlar daha güçlüdür” demiş. Atatürk'ün Türk Dil Kurumu'nu gasp edenler, her gün bir yasa çıkarsalar, Türk dilinin özleşmesini, gelişmesini engelleyemezler. Diller de doğarlar, yaşarlar, ölürler. Ama, öldükten sonra da gelişmiş bir dil yaratırlar. Türk dili daha ölmedi. Mustafa Kemal onu canlandırdı, yaşattı. Mustafa Kemal büyük adam...
Yaşar Kemal'in konuşması uzun uzun alkışlandı. Salon 625 kişilikti; merdivenlere oturanlar ve ayakta duranlarla 750-800 kişilik bir kalabalık oluşmuştu. Sabahattin Teoman, içeri girememiş, geri dönmek zorunda kalmış. Bir ara, kızı Hale Teoman’ı gördüm. O da, bana yerini vermek istedi; hiç olur muydu? Beşir Göğüş ameliyat olduğu için gelememiş. Prof. Fehmi Yavuz, Ahmet Tahtakılıç oradaydılar. Azime Korkmazgil, hem telgraf çekmiş, hem dayanamayıp toplantıya gelmişti. Erdal İnönü'nün, Süleyman Demirel’in, Fikri Sağlar’ın, Salim Başol’un, Aziz Nesin'in, Adnan Binyazar’ın, Ali Bozkurtun, Ahmet Miskioğlu'nun telgrafları alkışlandı. Mesaj, telgraf pek çoktu. İzmir’den Nahit Ulvi Akgün, Muzaffer İzgü, İskender Özturanlı, daha pek çok kişi gelmişlerdi. Onlar Mülkiyeliler Birliği'ndeki akşam yemeğine de kalmışlar, ben gidemedim. Geceyarısı da İzmir'e dönmüşler otobüsle. Nahit Ulvi Akgün, şiirlerini okurken toplantıda, ağlamaklıydı!
Bayramda en ağır eleştiriler Kenan Bey’eydi! Atatürk'ün kurduğu Dil Kurumu’nu, onunla dört arkadaşı kapatmamışlar mıydı? En çok Atatürk lafı edilen bir dönemde, Atatürk'ün en değer verdiği bir kurum, Türk-İslam sentezcilerine nasıl teslim edilir, kimi gericilerin eline bırakılırdı? Dil Bayramı'nı Ankara'da bile yapamamışlar, Diyarbakır’a kaçmışlardı!
Bayram töreninde, "Atatürk devrimleri ve Türk-İslam Sentezi" konulu konuşmasında, Prof. Şerafettin Turan, Türk-İslam sentezcileri arasında da kavram ve terimler açısından bir görüş birliği olmadığını söyledi. Şöyle dedi:
Türkçü Müslümanlar, ya da kendi deyimleriyle Şamanist Türkçüler, Türklüğe özgü kabul ettikleri kimi değerlere yer verirken, Müslüman Türkçüler dini ön plana almakta, şeriat yanlıları ise her şeyi Kuran çerçevesinde görüp ideal saydıkları “Asr-ı saadete" dönmek istemektedirler...
Prof. Şerafettin Turan, Türk-İslam sentezcilerin belirli kavramlara verdikleri değişik anlamlardan örnekler verdi. Şöyle:
Ulus: Türkiye'de tarihin, coğrafyanın ve kültürün oluşturduğu ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran toplum... Millet: Arapça sözcüğün anlamıyla dinsel topluluk; büyük çoğunluğu Müslüman olan Türk toplumu.
Kültür: Toplumun devlet hayatında, düşün, bilim, sanat ve ekonomi alanlarında yapabildiği şeylerin bileşkesi... Türk-İslam sentezcilerine göre kültür: Dini ana etken kabul eden bir kültür anlayışı.
Dil: Türkçenin öz kaynaklarına dayanılarak zenginleştirilip ulusal dil halini alması.. T.İ.S'ne göre Dil: Başta Arapça olmak üzere yabancı dillerin etkisine açık yapay bir dil, Osmanlıca'ya dönüş.
Akıl: İnsanı ve insanlığı yüceltmeye yarayan ana etken... T.İ.S.'e göre; imanın hizmetinde olması gereken bir güç
Laiklik: Devimlerin çimentosunu oluşturan ana eksen; orta direk. Yalnızca din ve devlet işlerinin ayrılmasını değil, bireyin istediği dine ya da felsefeye bağlanıp, gereğini yapıp, yapmamada serbest olmasını, gerek vicdan özgürlüğünü sağlayan, aynı zamanda öğretimin ve hukukun dinin etkisi dışında tutulmasını öngören dünya görüşü ve yaşam biçimi. T.İ.S.'ye göre laiklik; Onlar, laikliği dinsizlik saymadan başlayarak, İslamın aslında laik bir din olduğunu savunmaya çalışan değişik anlatım ve yorumlar...
Prof. Şerafettin Turan, sözlerinin sonunda özetle şöyle dedi:
Sonuç olarak büyük bir zorlamaya dayanan ve özellikle bilim ve laiklik anlayışında Atatürkçülükle çatışan Türk-İslam Sentezi görüşünün yeni bir şey olmadığını söyleyebiliriz. Bazı iç ve dış etkenlerin de desteğiyle uygulamaya konulmaya başlanan bu sentezin anlayışı, geçmişten güç almaya değil, geçmişe dönmeye yönelik olduğu için uzun süre tutunmasına da olanak yoktur...
Prof. Cevat Geray, Sevgi Özel güzel konuşmalar yaptılar....
Törende konuşanlardan Dil Derneği Genel Yazmanı Doç. Dr. Aydın Köksal, okullarda yabancı dille öğretime karşı çıktı; "... Kişinin yaratıcılık, araştırmacılık, girişkenlik gibi olumlu özellikler edinmesini sağlayabilecek nitelikte bir öğrenme, konunun karmaşıklık düzeyi ne olursa olsun, ana dilin kavramlar dizgesine yaslanmak zorundadır. Bunun tersi, çocuklarımızı düpedüz yokuşa sürmektir. Sözde Atatürkçü eğitim düzenimiz kesin bir başarısızlıkla karşı karşıya bulunuyor. Kuşkusuz bu doğru. Ancak bunun suçu Türkçenin yetersizliğinde mi, yoksa başta laiklik olmak üzere bütün Atatürk ilkelerini saptırıp, ulusumuzu Türk-İslam Sentezi adı altında yeniden Osmanlılaştırmaya çalışanlarda mı?" dedi.
Doç. Dr. Aydın Köksal, yabancı dille öğretim yapan okulların hiçbir şeyi başaramadıklarından örnekler verdi. Sözlerim şöyle bitirdi:
Ana dili ile öğrenim görme hakkı çağımızda insan haklarından bindir. Bu hakka sahip olmayan bir toplumun yeniden doğuşla sonuçlanacak bir aydınlanma çağı yaşaması olanaksızdır. Bunun yeryüzünde hiçbir örneği görülmemiştir. Halkın aydınlanmasını öngörmeyen bir kalkınma adlatmacadır. işte, kendi öz dillerini bir yana bırakıp, önce İspanyolcayı benimseyen, adlarını bile İspanyolca kişi adları arasından seçen Filipinliler... Çağ değişti, öğretim dili İngilizce olarak değiştirildi... Ulusal önderler, siyasal görevlerini alanlarda halka İngilizce olarak sunuyorlar. Halkta gözlenen yaygın bir özlem, Amerika'nın Birleşik Devletleri'nden biri olarak benimsenmek: "Hawai adaları bile oldu, biz niye olmayalım?" diyorlar. Biz, öğretim dili olarak Türkçenin yerine ne İngilizcenin ne de başka bir dilin geçmesine izin verecek, gelişmemiş toplumlar arasında değiliz kuşkusuz...
Aydın Köksal'ın konuşmasından sonra, toplantıda konuşmacıları sunan Jülide Gülizar, Turgut Bey'in halkoylaması propagandaları sırasında, kimilerinin “No, No, No... May be Well...." yazılarını anımsattı, dinleyiciler kahkahalarla güldüler. Törenin sonunda,"Çağdaş Türkü" sanatçıları çalıp söylediler. Ruhi Su'yu da yaşattılar. Tolga Çandar, Efdal Küçük çok alkışlandılar.
Dil Derneği'nin düzenlediği bu 55. Dil Bayramı, görkemli bir biçimde sona erdi...
29 Eylül 1987, Cumhuriyet