Gömütü Başında Orhan Apaydınla Söyleşi...

Ölümünün birinci yıldönümünde Orhan Apaydın için bir dakika saygı duruşunda bulunalım mı?
Bir duruşmadaydık, sanık yerinde ben, savunmanımız olarak Orhan Apaydın yanımda. Tüm geceyi, onun evinde hazırlık yaparak geçirmiştik. Mahkemeye kanıtları, delilleri sunacaktık. Orhan Apaydın, söylüyor, eşi Gürsel Hanım daktiloya yazıyordu söylediklerini. Kendi hazırlığımı yaptım, daha çok dayanamayıp yattım. Onlar çalışmayı sürdürdüler. Sabah, mahkemeye çıktık. Duruşmada yan yana oturuyoruz. Girerken, Orhan Bey demişti ki:
Sen konuşma hazırladın ama, yargıç sana söz vermez, boşuna hazırladın. Şimdi kanıtların bildirilme sırası. Sen söyleyeceklerini savunmada söylersin.
Olsun, dedim, ben hazırlanayım da belli olmaz, belki söz verir!..
Davacının savunmanları, kanıtların gereksiz olduğunu, bunun bir hakaret davası olduğunu söylediler. Orhan Bey, kanıtların listesini yargıca verdi. Onun konuşmasından sonra, yargıç bana dönerek:
Sizin söyleyeceğiniz bir şey var mı? diye sordu...
Ben de hazırladığım metni okudum Yargıç tutanağa geçirdi. Sonra Orhan Bey'e, duruşmadan çıkarken:
Ne haber, dedim, bak yargıç bana da söz verdi!..
Aslında sana söz vermemesi gerekirdi. Ama sende şeytan tüyü var, onun için...
Duruşma çok iyi gitmişti. Orhan Apaydın:
Haydi seni yemeğe götüreyim, dedi.
Senin yaptığını Çorumlu yapmaz! dedim
O ne demek o?
Anlattım. Bu sözü daha çok şoförler, hamallar söylerlerdi. Biri, randevu verir, sözünde durmazsa karşısındaki ona:
‘Senin yaptığını Çorumlu yapmaz' diye takılır. Benim örneğim ise aksineydi. Orhan Bey'e
Hem davada savunuyorsun, gece yanlarına dek çalışıyorsun. Benim seni yemeğe götüreceğim yerde, sen beni yemeğe çağırıyorsun. Vallahi senin yaptığını Çorumlu yapmaz!
Kalkıp yemeğe götürdü beni. Bu olayı, bir yazıda yazdığımda, Çorumlulardan sert tepkiler, mektuplar aldım. “Çorumlulardan ne istediğimi” soruyorlardı! Bunu telefonla Orhan Bey'e aktardım:
Boş ver, aldırma. Onlar okuduklarını anlamamışlar! dedi.
Ondan sonra, adım evde “Çorumlu” kaldı Çorumlu aşağı, Çorumlu yukarı!
Ankara'dan İstanbul'a, Orhan Apaydın'ın ölüm yıldönümüne gelmeye karar verdiğimde, onun gömütü başında konuşma yapacağım, usumda yoktu. Oktay Kurtböke, konuşma yapmamı önerdiğinde, doğrusu şaşırdım. Burada, onu daha yakından tanıyan, değerli kişiler var diye düşündüm. Orhan Apaydın, şimdi yattığı yerden doğrulsa ne derdi acaba?
“Çorumlu, sende şeytan tüyü var” mı derdi?
Orhan Apaydın, hazırlanan broşürde de belirtiliyor, çok yönlü bir kişi. Hukukçu, barışın savaşçısı, gazeteci, yazar, bunların tümü tamam. Ama bunların tümünün üstünde, duygulu, duyarlı bir insan. Çağdaş bir insan. Onun iri gözlerinde parıldayan, ince bir gülmece öğesini yakalardım. Mizahı, gülmeceyi sevmeyen, ne olursa olsun, duyarlı bir kişi olamaz. Orhan Apaydın'ın bu niteliğini çok kişi bilir mi bilmem. Onun için anlattım bunları.
Broşürde var, yargıçların, savcıların, adalet adamlarının sorunlarıyla çok yakından ilgilenmiş, onları dert edinmiş. Bu büyük hukuk adamı, bunun yanıda, bir savcının istemi, bir yargıcın kararıyla tutuklanmış, cezaevlerinde yatmış. Çok duyarlı insanların, bir ters yazgısı olmalı bu.
Bir gün Ankara'da büroda otururken, bir adam geldi “Beni” dedi, cezaevinden Orhan Apaydın gönderdi, ben gardiyanım. Bizim sorunlarımız var, 'Ekmekçi, sizin sorununuzu çözer!' dedi, size gönderdi.” Apaydın başında onu bekleyen gardiyanların sorunlarıyla da ilgilenirdi, insandı o çünkü...
Orhan Bey’in ölümünden beri, evinin önünden geçemedim. Gömütü başında konuşmasam da olurdu. Ben, anamın, babamın gömütüne otuz yıldır iki kez ya gittim ya da gitmedim. Buraya da belki gelemeyen pek çok dostu, seveni var Orhan Apaydın'ın. Asıl gömütler, insanın gönlünde, yüreğindedir insanlar ölseler de orada yaşarlar. Burada, gönlümüzde. Orhan Apaydın öyle yaşayacak.
Bir niteliğini daha söyleyeyim, hiç çekinmeden, yanlışını söylerdi “Ben yanlış yaptım, keşke onu öyle yapmasaydım” derdi. Kaç kez tanık olmuşumdur. Bu, değme insanın ulaşamayacağı bir erdem, bir nitelikti benim için.
Orhan Apaydın, adalet, barış özgürlük için savaşım verdi yaşamı boyunca. Broşürde var, yine burada yatan Abdi ipekçi için yazdığı bir yazının sonunda şöyle diyor:
“… Abdi İpekçi'yi öldüren gerçek kişi belki bulunur veya diğerleri gibi hiç bulunamaz. Ancak ülkemizde yaşayan insanları cephelere bölenler, kendileri gibi düşünmeyenleri ‘vatan haini, solcu, komünist veya karşıt mezhepsel bir gruba bağlı' olarak niteleyerek yaşama hakları bulunmayan kişiler biçiminde gösterenler bellidir. Kullandıktan 'alet' kişilerle birlikte bunların hukuksal ve siyasal sorumlulukları üzerinde durulmalı, bilinen ve açıklanmasına cesaret edilemeyen gerçekler söylenmelidir Bunu siyasal iktidar yapamıyorsa veya yapma olanağından yoksunsa, 'hükümetin çekilmesi’ gibi terörün amaçladığı isteklerde bulunmak yerine, basın, henüz yitirmediği özgürlüğünü kullanarak gün geçirmeden üzerine düşen bu tarihsel görevi yapmalıdır. Basın şehidi Abdi İpekçi’ye saygının gereği de budur sanırız”
Biz gazeteciler, Orhan Apaydın'ın dediği yolda gideceğiz. Onu hiç, ama hiç unutmayacağız!