Gökyüzüne atılan imza...

Server Tanilli'den çoktandır haber alamıyordum. Hasan Hüseyin'in ölümüyle ilgili olarak başsağlığı dilemek istedim...
Başsağlığı diliyoruz sana... dedim.
Hasan Hüseyin için konuşuyorsan, ben de sizlere başsağlığı dilerim. Sana bu arada mektup da yazacağım, bir de bir kitap gönderdim, bilmiyorum geldi mi? Voltaire'in “Candide”iyle ilgili bir çevirim vardı, bir iki gün içinde alacaksın. Bir de “Tarih" basılıyor, yakında göndereceğim sana, martın sonlarına doğru...
Buralardan bir isteğin var mı?
Oralardan isteğim, sizlerin sağlığınız, afiyetiniz. Bir de acılar olmasın!
Kendine iyi bak, olur mu?
Kendime olabildiğince bakıyorum sevgili Ekmekçi, ne kadar bakılabilirse o kadar bakıyorum. Türkiye 'deki gelişmeleri de izliyorum. Her şey yazılamıyor, çizilemiyor ama, hissediyorum olup bitenleri...
Satır aralarını okuyor demek, Tanilli. Tanilli'nin “Candide” çevirisini almadım, “Tarih”i geldi. “Yüzyılların Gerçeği ve Mirası; İnsanlık Tarihine Giriş” adını koymuş tarihine Tanilli...
Bu arada Ankara'da taşlama ustası ozan Hasan Çelebi’nin “İkiz Kuşku" kitabı çıktı. "Ankara Notları”nda Hasan Çelebi'nin birçok taşlaması çıktı, şimdiye dek. Bir dörtlüğünde kendini şöyle övüyor Hasan Çelebi, adı “Fahriyye":
“Son ustasıyım taşlamanın, bunda yalan yok... / Ustamsa, işin kurdu tek öğretmenim Eşref. /Bir balmumudur dil ve aruz usta elimde / Benden büyük az kimse var; artık benim Eşref."
“Acıya Selam" başlıklı şiiri de şöyle:
“Bizdik iplik iplik dokuyan güzü / iğneye geçiren gece gündüzü. / Yalnız biz taşıdık ölümüzü biz... /Bilmesinler diye öldüğümüzü. "
Hasan Çelebi'den bir de "Portre".
"O ki düşkün iken elpençe durur / Biti kanlanmaya görsün kudurur./ Kim ki her şartta tutar kuyruğu
………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..
dik/ Yoğa yanmaz, vara vermez metelik.”
Hasan Çelebi, bu taşlama kitabını çıkardı ya, bakalım doğru dürüst dağıtılabilecek, kitabevlerine gidebilecek mi? Bazı okurlar mektuplarında şöyle derler:
"Senin sözünü ettiğin bazı yapıtları biz bulamıyoruz. Filan kitabı nereden bulabileceğimizi bildirmeni rica..."
Gerçekten o yapıtın yeni bir baskısı da yapılmamışsa, ne yapmalı. Yapıt ortada yok diye, "Ankara Notları"nın konusu olmayacak mı? Böyle bir kuşkuyu gidermek için, Hasan Çelebi'nin ev adresini yazsam diye düşündüm, şöyle: “Hasan Çelebi, Kıbrıs sokak, 1/3 Aşağı Ayrancı Ankara" “İkiz Kuşku"nun fiyatı da 300 lira.
Ankara'da kitap fuarı bu akşam kapanıyor. Önceki gün, oldukça kalabalıktı kitap fuarı. Ama, o kalabalığa karşın kitap satışı çok parlak geçmemiş diye duydum. Kitap fuarı, vitrinleri seyreder gibi gezilmez ki! Yaşam pahalılığında kitap da alınamıyor demek. Bundan sonra açılacak fuarlar, ya da imza günleri için kulakta kalsın diye yazmak istiyorum, bana da bir arkadaşım anlattı. "Kitap Fuarı" ile ilgili ilanları okuyunca, adresi aramış yok. "Sanayi ve Ticaret Bakanlığı" lafı var; ama, o şimdiye değin olduğu gibi, yine Ticaret ve Sanayi Odalarında yani "Odalar Birliği”nde açıldı sanmış. Gitmiş bakmış, ııhh, yok. Sanayi Bakanlığıyla Ticaret Bakanlığı birleştirildi ya, ikisi birden hangisine taşındı, o da belli değil. Bir gazetede, "Tandoğan” adresini görmüş. Öbür ilanlarda o da yok. Gerçekte koca koca ilanlar verilmiş, ilan konan yerlerde büyük boşluklar da var; gelgelelim, adres yok...
Ankara'ya dışarıdan gelen bir vatandaş, nasıl bulacak kitap fuarını, açık adres olmazsa?
Kitap fuarında imza yerleri de tıkış tıkıştı, yazarlar bunalmış gibiydiler. Sırayla, girişten başlayarak Nazlı Eray’a, Vedat Türkali'ye, Atilla Dorsay'a, Osman Şahin'e uğradım. Cezaevinden çıkan Osman Şahin keyifli, özgürlük gibi var mı? “Kırmızı yel" İsveççeye çevrilmiş, onu gösterdi. Fuarda Halit Çelenk’i gördüm, Vedat Türkali'yle konuşuyordu. Zeynep Oral'la Ruhi Su, "Evrensel"deydiler, Vedat Türkali de bir gün önce, "Evrensel” Kitabevi'nde kitaplarını imzalamıştı. Ruhi Su'nun bantlarını aldım, Filinta da, Ruhi amcasına bant imzalattı, imza günlerine gelenler, çokluk gençler, çocuk denecek yaşta gençlerdi...
İmza günleri dolayısıyla, ünlüler, Ankara'ya taşındılar. Aziz Nesin de Ankara'daydı. Vedat Türkali takılıyordu:
Ekmekçi’yle karşılaştık ya, artık Ekmekçi bunu bir hafta yazar!
Ne yapalım, işimiz bu! Yeri gelmişken Vedat Türkali'nin fıkrasını anlatayım, şöyle:
İki kişi lokantada yemek yedikten sonra, sıra hesap ödemeye gelince, hesabı sen ödemeyeceksin, ben ödeyeceğim, diye kapışırlar. Biri:
Olmaz, vallahi olmaz, bak ölümü öp, ben ödeyeceğim...
Öbürü:
Sana ödetmem, burada senin paran geçmez, ben ödeyeceğim!
Kapışmayı izleyen Arnavut lokantacı araya girer:
Vallahi, ben de almayacağım! der.
Bu akşam Arnavutluk Büyükelçisi Gjylanı Sneu’unun yemeğine gideceğim. Fıkrayı ona anlatsam mı acaba?
* * *
Taniili “Acılar olmasın" diyor ya, bir yeni acıyla uğunup kaldık. Selahattin Güler, eşi, foto muhabiri Ali Alakuş İstanbul'da trafik kazasında öldüler. Sevgi Güler’in makam şoförü Okan Okan da...
İstanbul'a gidişlerimde, nasıl da iyi karşılardı Selahattin Güler; yanına çöker, çayı yudumlarken:
Bana iş ver, derdim, boşum...
Gülerdi.
Gazeteciliğe yıllarını vermişti, bir gün bir "İstanbul Notları"nda söz etmiştim, nasıl ışıldamıştı gözleri.
Bir arkadaşım, “trafik kazası"nı “kaza" değil, "cinayet" olarak nitelemişti. Dikkat edilse, niye kaza olsun? Arkadaşım, arabasını bakıma vermiş, aldıktan sonra yola çıkmış İzmir ilçelerinden birinden. Bir de bakmış, fren tutmuyor. Bakımı yapan iyi yapmamış. İzmir'e dek yavaş yavaş gitmişler, korka korka. İzmir’de frenleri yaptırıp yollarına gitmişler. Sonra o bakımı yapanı görmüş, azarlamış:
Sen bizi öldürecektin! demiş, evet öldürecektin, çünkü bakımı iyi yapmadın, bizim arabamızın frenleri tutmadı. Buna hakkın yok. Sana bir daha bakım yaptırmayacağım!
Aman efendim, gelecek sefere para almayayım, yeniden bakayım!
Geçti artık, sen bizi öldürecektin, bu dikkatsizliğinle!"
Ahmet Korulsan, bir süreden beri “Trafik”le ilgili büyük bir çalışmayı yürütüyordu. Ankara’ya da geldi, yetkililerle görüştü. Gazetede gördüm, “Oto-Yaşam" başlığıyla yayımlanacaktı bu geniş çalışma, ekip çalışması. İçim cız etti, “Oto-Yaşam"ın duyurusuyla, arkadaşlarımızın trafik kazasında öldükleri haberi, dünkü Cumhuriyet’te aynı sayfadaydı. Bilmiyorum ya, kuşkusuz "Oto-Yaşam"da Selahattin’in de Ali Alakuş'un da emekleri vardı...
Bir süre önce, Ömer Sami Coşar öldü. Ardından İsmail Baltacıoğlu. Ömer Sami'yle, Milliyet'te, Baltacıoğlu'yla Yeni Ortam'da birlikte çalışmıştık. Hiç kırmadık birbirimizi...
Gazeteciliğin en sevmediğim yanı, ölüm yazısı yazmaktır. Bir cenazeden döner herkes, üzülür, ağlar. Gazeteci öyle mi, oturup o ölümü yazar da. Kitap fuarında, dolaşırken düşündüm arkadaşlarımı, ölümü de, bir imza atmak gibi geldi, gökyüzüne atılan bir imza...