Godot’yu beklerken...

Konuşmaktan çok, yazmayı severim. Politikacılar herhalde, daha çok konuşmayı seviyorlar. Nadir Nadi de, hoşlanmazmış öyle kalabalıklar karşısında uzun süre konuşmaktan. Onun için de politikacı olamaz.
Nadir Nadi'nin sağlık durumu giderek düzeliyor. Bazı arkadaşlarım gidip gördüler, ben daha gitmedim...
Fıkrayı, TRT Genel Müdürü Macit Akman anlattı. Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliğine katılan çocuklara. Kent-Koop'un düzenlediği, “Batıkent’te Ağaç Dikme Bayramı”na katılanlar. Macit Paşa’nın konuşma yapmasını istemişlerdi. Macit Paşa:
— Canım, ne gereği var konuşmanın? Dikelim gitsin ağaçları işte! dediyse de, töreni düzenleyenler konuşması için üsteliyorlardı. O da şu fıkrayı anlattı:
“Roma’da arenada bir adamı aslanın önüne atmışlar. Aslan kapıdan girmiş, adamı yiyecek. Fakat bir şey olmuş; adam aslanın kulağına birkaç sözcük fısıldamış. Aslan, kuyruğunu kısıp oradan uzaklaşıp gitmiş. Merak etmişler, adama sormuşlar:
— Sen aslanan ne söyledin?
— Aslana dedim ki: Beni yiyeceksin, tamam. Ama yedikten sonra, bir konuşma yapacaksın!”
Bu, Ankara Notları’nda, TRT'nin düzenlediği şenliği anlatmak, daha doğrusu güzel bir iş yaptıklarını vurgulamak istedim. Bu yıl 13 ülke katıldı, şenliğe, Türkiye de İçinde. Ülkeleri sayayım: Bangladeş, Bulgaristan, Çin Halk Cumhuriyeti, Finlandiya, Mısır, Macaristan, Kıbrıs Türk Federe Devleti, Libya, Polonya, Yugoslavya, Sovyetler Birliği, Federal Almanya ile Türkiye...
Üç yüz yetmiş dokuz yabancı çocuk vardı, seksen iki de önderleri. Her yıl olduğu gibi, bu yıl da, TRT'de ağır yük TRT Çocuk Programları Müdürü Tekin Özertem ile yardımcısı Canan Arısoy'un omuzlarındaydı...
Gösterilerin çoğunu TV’den izledim. Yalnız, Bulgaristan İle Sovyet Elçiliklerinde yapılan özel gösterilere gittim. 'Sovyet Elçiliği’nde, çocuklar güneşten kavrulmuşlardı. Anaları, babaları kim bilir nasıl şaşıracaklardı? Yanakları kıpkırmızı olmuş, kolları kavlamış güneşten.
Dostluğu, çocuklar gibi anlayanı bulunamaz. Barışı, kardeşliği de.

Nisan'da bir güzel şey daha oldu. Cezaevlerinde, tutukevlerinde yatan ana-babalar, dışarıdaki yakınlarıyla, birbirleriyle kucaklaşarak konuştular, söyleştiler. Resimleri gazetelerde gördüm. Gülmekle ağlamak arası, duyguyu okudum fotoğraflarda...
★★★
Ankara'da parti kurma çabalarını izlerken, İrlandalı Samuel Beckett'in “Godot’yu Beklerken” oyununu düşündüm. Beckett, nihilist bir yazar. Hep, çağımızın çıkış yolu bulamayan insanlarının ruhsal durumlarını anlatır. “Godot'yu Beklerken” oyunu, 196O’lı yıllarda AST'ta oynamıştı. Belleğime, Prof. Sevda Şener yardım etti: Asaf Çiğiltepe oyunu sahneye koymuş. Güner Sümer de oynamıştı birlikte...
Oyunun sonunda, beklenen “Godot” yine gelmiyordu. İnsanlar, hep bir şeyler bekliyorlardı. Godot herkese göre başka başkaydı...
Ankara’da günlerdir beklenen Erdal İnönü, gelmedi. Son telefon konuşmamızda, bil ara:
— Beni kimlerin beklediğini de bilmiyorum ki! demişti...
Bugün, yarın pek bir şey olmaz gibi, önümüzdeki hafta ise olur. Hafta içinde de, haberler gizliliğini yitirir, ucuzlar. Kime sorsanız:
— Ooooo, biz onu biliyoruz! der.
Tokat'ın il başkanlarından Sebati Gürgüt, bir gün avucunu açarak önce hohlamış, sonra üflemişti. Yanındakilere şöyle demişti:
— Bakın! Bu el benim, bu soluk da benim. “Hoh!” diyorum, elim ısınıyor; “püff..” diyorum, elim serinliyor. Bu nasıl oluyor?