Prof. Fehmi Yavuz'un bana anlattığı öykü, onun ‘'Anılarım" yapıtında yok. O öyküyü aktaracağım; “Anılarım”, Mülkiyeliler Birliği Vakfı yayınıdır. İsteyenler, yapıtı oradan da bulabilirler. Öykü şöyle:
Öyküyü, daha doğrusu olayı, eski DP'nin bakanlarından Hadi Hüsman anlatmış Fehmi Yavuz’a. Hadi Hüsman'ın bakanlığı sırasında bir odacıları varmış, adı Abdullah Çavuş. Abdullah Çavuş konuşurken, sözcükleri ikileyerek şöyle söylermiş, "ev mev", "çocuk mocuk", "palto malto" gibi.
Hadi Hüsman, Abdullah Çavuş’u çağırıp sormuş:
Neden böyle söylüyorsun? demiş.
. —Efendim, demiş Abdullah Çavuş, “ev” sizinki, mev bizimki;
sizinki çocuk, bizimki mocuk, sizinki palto, bizimki malto, sizinki , aylık, bizimki maytık, sizinki elbise, bizimki melbise, sizinki gömlek, bizimki mömlek.
Satır arasında bir yaşam biçimini vurgulayan Abdullah Çavuş, sözlerini açık açık söylemekten de kaçınmamış.
Atatürk "Doğruları söylemekten korkmamayı" öğütler. T. Tarih Kurumu'nun girişinde de şöyle yazar: "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır..."
İstiklâl Marşı’nın söylenmesinden sonraydı, öğretmen, öğrencilere:
— Marşta bilmediğiniz yabancı sözcük var mı? diye sorar.
Bir öğrenci:
"Lardan" ne demek öğretmenim? diye sorar. Bir başkası:
"Obe” ne demek öğretmenim? der.
26 aralık günlü, “Ankara Notları”nda, hakları yenenlere değinmiş, "İstiklal Marşı” konusunda, Fikret gibi, ezgisini (bestesini) yapan Zeki Bey (Üngör)'in de, hakkının yendiğini vurgulamıştım. Şöyle demiştim:
“En çok hakkı yenmiş bir kişinin bulunduğunu da biliyorum. O da İstiklal Marşı’nı besteleyen Zeki Öngördür. Onun unutulması haksızlıktır. İstiklal Marşı'nın bestesi de teknik açıdan eleştirilir. Bu, çocuk sesine uygun olmayan bir bestedir. Bir toplu söylenme sırasnda İsmet Paşa'nın bile İstiklal Marşı'nı söyleyemenediğini, 1960'lı yıllarda Mete Akyol’un bandından izlemiştik..."
Kurcalayıp, araştırınca Zeki Üngör’e gereğinden çok hak verdiğimi, bu arada Kurtuluş Savaşı’nda İstiklal Marşı’nın en güzel ezgisini yapan, marşı yıllarca söylenen İsmail Zühtû Beyin hakkını yediğimi anladım. Bunu düzelteceğim; Zeki Bey'den alıp, İsmail Zühtü Bey’e vereceğim bu hakkın büyüğünü...
Kurtuluş Savaşı’nda, Mehmet Akif’in şiiri Mecliste okunup, benimsendiği sıra, Zeki Bey Ankara'da yoktur; o İstanbul'da Padişahın "Mızıkayı Humayun'unun başındadır. Ankara'da, Büyük Millet Meclisi Bandosu Şefi İsmail Zühtû Bey'dir. Zühtü Bey, çağdaş anlamda ilk adımı atan bir ezgicidir. İstiklal Marşı’nı da, o yılların heyecanı ile ezgilemiştir. Sözler onda bölük pörçük değildir.
Zeki Bey’in durumuna gelince, o Kurtuluş Savaşı yıllarında, İstanbul'da Saray'da “Mabeyin Orkestrası”nda bulunmakta. Sutltan Vahdettin tahta çıkınca, kendine, özgün bir “marşı sultani” bestelenmesini ister. O zaman ulusal marşlar yok, padişahların marşları söyleniyor okullarda; Sultan Reşat zamanında, Reşat’ın marşı neyse o söylenmekte. Vahdettin için de, bir çok müzisyen kolları sıvar "marşı sultani" yazmak için, sunarlar padişaha. Zeki Bey de bir ezgi hazırlayıp padişaha sunar mı? Zeki Bey'i yakından tanıyanlar bilirler ki, kendisi ezgiyi armonize edemez. Başkasına yaptırır genellikle.
Vahdettin hiçbirini beğenmez. Dedesinin marşını benimser, onu çaldınr törenlerde.
Vahdettin Türkiye'den kaçınca, "Mabeyin Orkestrası” ile “bando" hilâfete geçer, Abdüimecit Efendi’ye. Hilafet de kaldırılınca, ortada, açıkta kalır. Durum Atatürk'e anlatılır, Zeki Bey Ankara'ya gelir. Mızıkayı Hümayun, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası olur, Ankara'da çalışmaya başlar. O sırada, çeşitli elçilikler açılmakta, marşın çalınması gerekmekte. İleri sürüldüğüne göre Zeki Bey, İsmail Zühtû Bey’in marşını bir yana atar, kendi ezgilediği marşını benimsetip çaldırmaya başlar mı? Ancak, bir sorun çıkar ortaya, "sözleri ne olacak?" diye. Zeki Bey, sözleri alır, orasını eğer, burasını çeker, ekleyip yapıştırarak bu duruma getirir. İstiklal Marşı'nın söylenemeyişi bundandır. Ezginin, yapıyla, şiirle bir ilgisi yoktur. Bu teknik konuyu ele alıp eleştirenlerin başında Nadir Nadi gelir. Orhan Veli’nin babası Veli Bey, daha birçokları, durumu yakından bilmekte, üzülmektedirler.
Örneğin, “Türk Çocuktarı, Türk Çocuktarı..." marşı da Zeki Bey'indir, ancak onda takılmalar görülmez...
Nadir Nadi, "Dostum Mozart" yapıtında tatlı tatlı anlatıyor: Nadir Nadi ilk müzik derslerini "Mızıkayı Humayun” orkestrası şefi Zeki Bey'den almış sekiz yaşlarında. Nadir Nadi, yapıtının bir yerinde şöyle diyor:
".. Zeki bey, çapkın ruhlu, ama sabırsız bir adamdı. Ben ders yaparken kimi komşu hanımlarını gözümün önünde mıncıklamaya kalkmaktan çekinmezdi. Herhalde iyi keman çalıyordu, öğretmenlik niteliği ise hemen hemen hiç yoktu..."
O yıllar, Mustafa Kemal nasıl yalnızdır, düşünebiliyorum...
Zeki Bey, Atatürk’ün gözüne girer, girer ama sonunda çok kötü bir biçimde de ayrılır. Atatürk onu Köşk'ten kovar, ağır sözler söyler.
Bu anlattığım olayların tanıkları yaşamaktadır. Konu, 1976 yılı dolayında TRT Genel Müdürlüğü’nde, bir TRT Yönetim Kurulu toplantısında anlatılır. Üyeler, yetkili ağızdan İstiklal Marşı ezgisinin öyküsünü dinlerler. Banda alınır konuşma. Ancak, henüz yayımlanmamıştır.
İstiklal Marşı bugün anayasaya geçmiştir. Üçüncü maddede, Milli marşı “İstiklal Marşıdır" der anayasa. Ancak, bunun söylenemeyen ezgisi değiştirilemez demek değildir. Yeniden yazılamaz demek değildir. Bu konuda, öncelikle sayıları azımsanmayacak, nitelikleri küçümsenmeyecek müzisyenlere, önemli görevler düşmekte. Artık Batı ayarında ezgicilerimiz var. İstiklal Marşı, tümümüzün, çocuklarımızın kolayca söyleyebileceği bir duruma getirilmelidir. Bu, ulusal bir görev...
1 Ocak 1986, Cumhuriyet