General Karikatürü...

12 Eylül faşizmi, pek çok insanımızı yurtdışına attı. Yıllardır orada, yurt özlemiyle yaşamlarını sürdürmeye çalışanlar var. Onlar yaz aylarında, Türkiye'ye yakın ülkelere gidip oralarda denize girmeyi yeğlerler. Çokluk Grek adalarına giderler; karşıda Türkiye'nin kıyıları vardır da ondan. Bu özlemi, sevgiyi 12 Eylül cuntacıları dünyada anlayamazlar. Bunu anlamak için sürgünlüğü tanımak gerekir. Yurtdışı gezilerimde, ne yapar eder, 12 Eylül sürgünlerini arar bulurum. İnsana öyle bir sarılışları vardır ki. Oya-Aydın öyledir, İnci-Doğan öyledir, Apo-Fatma öyledirler. Fuat, Serol öyleydiler... Binlerce kişi öyledir.
Yıllar sonra, Fuat da Serol da Türkiye'ye gelip döndüler Haklarında uydurulup düzenlenmiş birkaç satırlık yazı, yıllarca yurt dışında yaşamalarına neden olmuş insanlar.
Serol, eşi, çocuğuyla birlikte bir yaz Grek adalarından birine gider geçmiş yıllarda. Yanlarında Oğuz adında bir arkadaşları da vardır; onun da eşi, çocuğu yanında. Oğuz sakallı makallı, daha çok bir Greği andırır. Şerol sarışın, eşi, çocukları da öyle. Adalı balıkçılar, Serol'u Almana, Oğuz'u Greğe benzetirler Oğuz'a Grekçe sorarlar:
O filos su ine Yermanos? (Arkadaşın Alman mı?)
Oğuz (Özügül), Rumca bilmektedir: Balıkçıya karşılık verir
Ohi ine Turkos! (Hayır, Türk)
İne Turkos? (Türk mü?)
Ne! (Evet).
Turkos? Evreni keratas i hundikos? (Evren cuntasından mı?
Ohi, ekinos ven ne hundikos, i ne dimokratis! (Hayır, o cuntacı değil, demokrat!)
Bravo, Turkos dimokratis! (Bravo! Demokrat Türk!)
Balıkçılar, Serol'a gösteriler yaparlar, alkışlarlar; cuntaya karşı diye...
Mehmet Yavuz, SSK'nın eski müdürler kurulu üyelerindendi. Cumhuriyet okuru, gazetecilerin dostuydu. Herkese iyilik etmeyi severdi. Bir gün, sigorta sicil numaramı verirsem, emeklilik durumumu inceleyeceğini, bana bildireceğini söyledi. Sigorta sicil numaramı verdim. Araştırdı:
Yahu Mustafa Bey, dedi, çok acayip! Senin sigorta primlerin bir Rum kızına yatırılıyormuş; neyse düzelttiler!
Çok şaşırmıştım; bir numara yanlışıyla, Rum kızının hesabına giriyormuş bizim primler!
Geçenlerde Mehmet Yavuz geldi İstanbul'dan; eski dostlarını görmek istemişti. Büroda Talip Apaydın’la oturuyorduk. Mehmet Yavuz, "Ne olur, çıkmasın, beni beklesin Ekmekçi, geliyorum!" diye not bırakmış. Taliple bekledik. Geldi. Mehmet Yavuz, Karadenizli, eski cumhurbaşkanlarından Cevdet Sunay'ın da hemşerisi 12 Eylül'den sonra emekli olmuş olan Mehmet Yavuz, 17 Nisan 1961 günlü Cumhuriyet'te, Mehmet Aydın'ın 17 Nisan Köy Enstitüleri üzerine yazdığı güzel bir yazısını okur. Çok etkilenmiştir. Oturur, Kenan Bey'e bir mektup yazar. Kanan Bey'in TV’deki konuşmasını da çok beğenmiştir. Mektuba şöyle başlar:
"inançlı, bilgili ve Atatürkçü bir din adamını televizyonda dinlemekten nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Gerçek bir din bilgini olduğunuzdan sizi kutlarım! Maalesef bugün hutbe ve vaazlarını dinlediğimiz din bilgini geçinenler ve imamlarımızın büyük bir kısmı, kutsal dinimizi basit çıkarları veya yanlış tutkuları nedeniyle saptırmaktadırlar. Örneğin, Kuran yasakladığı halde, para ile namaz kıldırmaları, para ile Kuran okumaları gibi. Diğer taraftan İslam dinini çağdaşlaşmaya yönelik yeniliklerden uzaklaştırmaya, insanları cennet-cehennem yasakları vaatleriyle yönlendirmeye çalışmaları, 270 yıl matbaayı Türkiye'ye sokmamaları, Kuran'ı Kerim'in Türkçeye çevrilmesine karşı çıkmaları…gibi"
Mehmet Yavuz, mektubunda daha sonra Köy Enstitüleri'ni över, bu kuruluşların yeniden kurulmasın önerir. Kenan Bey'e mektubunu, hemşerisi Cevdet Sunay'a okur. Sunay, sayrı yatağındadır. Mektubun girişini dinleyen Sunay. Mehmet Yavuz'a:
Aman, gönderme bu mektubu der, sırası değil; seni ben de kurtaramam!
Eski asker Cevdet Sunay, cuntacı Kenan Bey’i de arkadaşlarını da iyi tanımaktadır.
Eski dost Mehmet Yavuz'la, Talip Apaydın birlikte 1981 nisanının Cumhuriyet'ini bularak Mehmet Aydın'ın güzel yazısını bir daha okuduk. Mehmet Aydın, Bayatlıdır. Bayat, Afyon’un bir ilçesi. Orada, Bayatlı kadınlar, kızlar kök boyayla çok güzel kilimler, heybeler, dokurlar, çoraplar örerler. İngiltere'ye giderken bu çoraplardan birkaç tane götürdüm, öyle beğenildi ki anlatamam...
Ankara'da, Milliyet'in alt katında, sanat salonunda Turhan Sel- çuk'un karikatür sergisi vardı. Orhan Taylan’ın Urart’taki sergisinden oraya gittik. İlhan Selçuk, Talip Apaydın, Halise Apaydın, savunman Memduh Tekellioğlu, Serpil Bozer'le Eylem de vardı, iki arabada gittik. Milliyetten Orhan Tokatlı karşılıyordu. Biri takıldı
Nerdesin? Evren buradaydı, seni sordu!
Anne! Yok yav, sahi mi?
Valla, seni sordu "Ekmekçi yok mu?" dedi, Uğur'la konuştu. Sergiyi gezip gitti.
Ben de saf saf inanıveriyorum hemen. İçimden, "Sormuş mudur acaba, Kenan Bey?” diye geçirdim! (Ali Sirmen’in Kenan Bey'le ilgili yazılan ne güzeldi, kaçırdıysanız bulun okuyun!)
Turhan Selçuk gezdirmiş sergiyi. Göğsü madalyalarla dolu bir general karikatürünün önünde durmuş. Turhan Selçuk:
Bu da general! demiş. Kenan Bey bakmış bakmış:
Faşist general! diye mırıldanmış.
Turhan Selçuk çok şaşırmış; gerçi madalyaların içinde minicik birinde gamalı haç yok değilmiş, ama çok belirsizmiş. Turhan Selçuk şöyle konuşmuş;
Böyle meraklı generaller vardır, çok madalya takmaya. Bakın, burada bir adam da madalyalı generali seyrediyor!
Haa, demiş Kenan Bey, ben seyreden adamın farkına varmamıştım, bir adam var netekim! Hah, şimdi oldu...
Turhan Selçuk, Kenan Bey'e karikatür hakkında bilgi verir. Karikatür, İtalyanca "karikare” olarak başlamıştı. "Hücum etmek” anlamına gelirdi. Karikatürün amacı eleştiriydi. Karikatür övgü yapmazdı. Turhan Selçuk, şöyle der Kenan Bey'e:
Fransız Başbakanı Leon Blum vardı, karikatürcüler buna veryansın ederlermiş. O da çok sıkılırmış bunlardan. Fakat bir zaman gelmiş karikatürlerin arkası birdenbire kesilmiş Leon Blum, bundan da rahatsız olmaya, düşünmeye başlamış, "Niye kesildi karikatürlerin arkası?" diye. Şu karara varmış: "Benim artık siyasal yaşamım sona erdi!"
Kenan Bey, "Benim gibi!" dememiş, gülümsemiş geçmiş ya, içinden geçirmiş mi ne bileyim...