Gençlik Yılı’na Hazır mıyız?

Yalova dönüşü, birkaç kez kulağını çınlattığım Mitat Enç'in ilginç bir sınav anısı da var. “Bitmeyen Gece "de anlattığına göre, Gazi Eğitim'de öğretmenlik yaparken, programda resmilik kazanan dersinin o yıl sonunda sınavları yapılacak. O yıllarda yıl sonu sınavları kurullar önünde sözlü olarak yapılıyor. Bu da, gözleri görmeyen Mitat Enç için bir tür “görücüye çıkma" fırsatı gibidir. Bu nedenle daktilonun başına oturur, bir dizi soru hazırlar. Ufak kâğıt parçalarına yazdığı bu soruları katlayıp büyükçe bir zarfa yerleştirir. Kurulda bulunan arkadaşlarına uygun buldukları takdirde, öğrencileri ikişer ikişer içeri alıp sorularını çektirmeyi, her birine beşer dakikalık düşünme süresi tanınmasını, sonra da notun öğretmenlerce bağımsız olarak kararlaştırılıp ortalamasının alınmasını önerir. Benimserler, işe koyulurlar.
Sınav sırasında öğrencilerden biri, “Cinsel uyumsuzluk çeşitleri, nedenleri, önleme ve giderme önlemleri...'' gibi bir soru çeker. Yanıtını anlatmaya koyulduğu sırada sınav odasının kapısı açılır, içeriye zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan  li Yücel’le bakanlık ileri gelenlerinden bir kurul girer. Onlara yer gösterilir. Bakan, sınava devam edilmesini söyler. Sözleri yarıda kesilen öğrenci, böyle herkes karşısında ağıza alınmasından çekindiği yanıtlarını sürdürüp sürdürmemede kuşkuya düşer. Galiba, bir başka soru beklercesine durur. Mitat Enç ona, “kaldığı yerden devam etmesini" söyler. Öğretmen adayı öğrenci, iri iri yutkunup dokunaklı olabileceğini sandığı terimlerle sözleri gargaraya getirmeye uğraşarak yanıtını bitirir. Öğretmenler notların ortalamasını alırlar, cetvele geçirirler. Tam o sırada bakanın -Hasan  li Yücel'in- ünlü tok sesi duyulur:
Kim okutuyor bu konuları?
Her yanı suçlu bir sessizlik kaplar. Biraz ürkek, Mitat Enç:
Ben, efendim, yanıtını verir. Ancak o da, oradakilerin tümü de kırıcı bir tepki beklerler. Gerilimli sessizlik uzadıkça tasası da artar Mitat Enç’in. Sonunda bakanın hayret ve beğeni yansıtan sesi durgunluğu giderir:
Aferin be... Her gün her yerde karşımıza dikilen fakat kızarıp işitmemezlikten gelmeyi seçtiğimiz bu sorunlar üzerinde de durmak gerek. Yalnız dozunu kaçırıp ağızlarını sulandırma...
Kırk yıl önce geçmiş bu olayda, tehlike sanılan konuya. Hasan  li Yücel gibi bir bakan, böyle yaklaşabilirdi.
Sözü böyle açmışken, konuyu “1985 Gençlik Yılı”na getirebilirim. 1985, Birleşmiş Milletlerce “Dünya Gençlik Yılı" olarak belirlendi. Bu yılın iki temel ilkesi, BM Örgütü’nce “katılım” ve “barış" olarak saptandı.
Bilim adamlarınca yapılan gözlemlere göre, dünya nüfusu hızla gençleşiyor. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde çocuk ve genç nüfus oranı, gelişmiş ülkelere göre çok yüksek. Afrika'da her 100 kişiden 55'i 20 yaşından küçük. Bu oran Avrupa'da değişiyor. Nüfusun yüzde 30’u 20 yaşın altında...
Nüfusun önemli oranı gençlerden oluşan az gelişmiş ülkelerde, baskıcı yönetimlerin en çok örselediği kesim, düzenle bütünleşmeyen gençlik oluyor. Özellikle az gelişmiş ülkelerde, gençlik kesiminden en çok istenen, “topluma ya da düzene uyum yapmaları" olmakta. Bu istemden kaynaklanan sorunlarla, boyutları oldukça değişik: Örneğin, genç, düzeni uyum yapamayacak ölçüde özürlü görür, değiştirmeye çaba gösterirse, hapishaneyi boyluyor. “Bana mı kaldı?" der, sırt çevirirse, bu kez başka sorunlarla karşı karşıya geliyor. Örneğin duygusal ilişki kurma güçlüğü, umutsuzluk, değersizlik duyguları, kendine acı veren kaygılara karşı kendisini koruyabilmek için bu duygularını uyuşturma yoluna gidiyor. Uyuşturucu kullanmaya başlıyor. Onun da sonu, hastane ile birlikte hapishane. Ayrıca, cinsel nitelikli ve şiddete varan suçlar, onun da sonu hapishane. Kimi, bireysel yozlaşmaya düşüyor. Burada, suç kapsamına girmeyecek sapıcı davranışlar gözlenebiliyor. Kimileri de “tutuculuk" dediğimiz yolları çıkar sanıyor; tutuculukta, değer yargıları katılaşıyor, toplumsal değişime, yeniliklere gözler kapanıyor, genç eski değerlere sarılarak kimliğini savunma mekanizmasını işletiyor...
Özeti, toplumun sevgiden uzak bir kişisi olup çıkıyor, dostluğun, “barış”ın yerini düşmanlık alıyor. Gözleyin bakın, otobüste kimse kimseye “Günaydın" diyor mu? Şoföre bile, “Günaydın" deseniz, kuşkulu kuşkulu bakıyor. “Acaba bana niye günaydın dedi?" diye düşünüyor.
Türkiye'de cezaevlerini dolduranların çoğunluğu gençlerden oluşuyor. Çoğu cezaevlerinde yaşlanıyorlar. Bilim adamları, düşünenler, cezaevlerini dolduranlarla ilgilenmiyorlar gibi. Üstlerine sanki ölü toprağı serpilmiş. Belki yıllar sonra, üstüne doktora tezleri hazırlayacaklar, kime ne?