Gelinim Sen Anla!..

Savunman Halit Çelenk, Ankara DGM'de, Haydar Kutlu-Nihat Sargın’ın sürüp giden duruşmalarından birinde, ilginç bir olayı anlattı; Fatih Sultan Mehmet'in yargılanması olayını. Osmanlı döneminde, adalete ve yargıya büyük önem veriliyor, saygı duyuluyordu. 600 yıla yakın bir süre uygulanan "Kanunnamei Ali Osman”, daha sonra uygulanan "Mecellei Ahkâmı Adliye” yargıca bilge gözüyle bakıyor, ona büyük değer veriyordu.
Halit Çelenk'in anlattığı olay şöyleydi; bunu DGM yargıçları dikkatle dinlediler:
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u aldıktan sonra Ayasofya yakınında bir köşk yaptırmak istemişti. Bizansın ünlü Rum mimarlarından birine nasıl bir köşk istediğini anlattı, köşke konulacak mermer sütunların ölçülerini verdi. Rum mimar köşkü yaparken sanat ve estetik açısından sütunların boylarını iki arşın kısalttı. Köşk bittikten sonra Fatih köşkü inceledi, mermer sütunların kendi verdiği ölçüden iki arşın kısa olduğunu anladı. Bunun nedenini sorup araştırmadan Rum mimarın iki elinin bileğinden kesilmesini buyurdu. Mimarın elleri kesildi!
Rum mimar, kanlı elleriyle Baş Kadı Hıdır Bey'e başvurarak Fatih Sultan Mehmet’ten davacı olduğunu bildirdi. Kadı Hıdır Bey, Fatih'i sanık olarak mahkemeye çağırdı. Mahkemeye gelen Fatih, başköşeye oturmak istediği sırada, baş kadı yüksek sesle uyardı:
— Oturma begüm... Hasmınla mürafaai şer (ceza duruşması) olup ayak beraber dur!
Bu uyarı üzerine, Fatih davacının yanına sanık sandalyesine oturdu.
Baş kadı, yargılama sonunda Fatih'i suçlu bularak kısas usulüne göre, iki elinin bileğinden kesilmesine karar verdi. Bu karar üzerine Rum mimar, kısastan vazgeçtiğini kadıya bildirdi.
Baş kadı, bu vazgeçme karşısında cezayı diyete çevirdi ve Fatih'in davacıya günde on akçe ödemesini kararlaştırdı. Fatih Sultan Mehmet, bu karar karşısında sevinç gözyaşları döktü, kendi isteğiyle günde on akçeyi yirmi akçeye çıkardı, davacıya bir ev bağışlamaya söz verdi. Baş kadının eteklerini öperek mahkeme salonundan ayrıldı.
Savunman Halit Çelenk, bu yargılama olayının kaynaklarını da verdi. Bunlardan kimileri şöyle: Arthur Lumley Davids: Kitabülilmünnafi Fi Tahsili Nahvi Türki; Tarihçi Hammer'in çevirdiği "Narrative Of Travels İn Europe; Evliya Çelebi Seyahatnamesi; Tevarihi  li Osman; Abdurrahman Adil’in "Hadisatı Hukukiye" adlı yapıtı; İsmail Hami Danişmend’in Cumhuriyet gazetesinde çıkan yazıları...
Halit Çelenk şöyle mi demek istemişti?
Osmanlı İmparatorluğu’nda bile bir devlet başkanı. Fatih, mahkemede yargılanıyor, mahkemeye büyük saygı gösteriyor; yargıç da yansızlığını koruyor. Siz de siyasal iktidarın etkisi altında kalmayın, yansızlığınızı koruyun. Adalet neyse onu yapın! Osmanlı İmparatorluğu’nda, çok ilginç davalar cereyan etmiştir. Ve siyasal iktidar, hiçbir zaman kadılar üzerinde etkili olamamıştır!
Savunman Halit Çelenk, satır arasında "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!" mı demek istiyordu?
Haydar Kutlu-Nihat Sargın davasının son duruşmasını izlemiştim; Haydar Kutlu da, Nihat Sargın da -belki ilk kez- öyle uzun konuştular. Nihat Sargın, konuşmasına şöyle başladı:
Sayın yargıçlar, 29 aydan beri tutuktu olarak yargılanmaktayız. Bugün 31.oturum. Sorgularımızın tamamlandığı 9. oturumdan itibaren müdafillerimiz (savunmanlarımız) her oturum sonunda, tahliyemizle ilgili olarak defaatle söz aldılar. Sayısız belge, argüman, kanıt ve gerekçe ile tutukluluğumuzun devamının hukuka niçin olanaksız olduğunu, tahliyemizin gerektiğini sayısız kez ısrarla dile getirdiler
Nihat Sargın, mahkemede konuşmasının bir yerinde, yargıçlar kurulunu reddettiklerini, bu isteklerinin de reddedileceğini belirterek özetle şöyle dedi:
…Politik bir davada "kişisel taraflılık ve peşin yargılılık mı? Bu gerekçe tarafımızdan ileri sürüldü ve heyetiniz reddedildi. Ret talebimiz de heyetinizce reddedildi, ret talebinin "haklı ve inandırıcı olmadığı" gerekçesiyle. Sırası gelmişken betideyim; heyetinizin gerekçesinde söz konusu edilen "ret talebinin haklı ve inandırıcı olmadığı" düşüncesi de bizce haklı ve inandırıcı bulunmamıştır. İkinci olarak, heyetin taleple ilgili olarak bizzat karar vermeyi, yani meşhur deyimle hem davalı hem kadı olmayı nasıl içine sindirebileceğini hâlâ anlamış değilim. Ama heyetinizin kararı görüşümüzü değiştirmemiştir. Ancak bu, karşılaştığımız direnci tek başına tümüyle açıklamaya yeterli midir? Uzun yıllardan beri politika ile iç içe yaşamış biri olarak, doğrusu sanmıyoruz. Ve daha başka, daha üstün güç ve etkilerin de etken olduğunu düşünüyorum; yalnızca politik sezgime dayalı olarak. Bu durumda kendimi bir tutuklu olarak değil de bir rehin olarak algılıyor olmam doğal karşılanmalıdır; belli bir politik fidye veya o anlama gelecek biçimde bir olgunun gerçekleşmesi için tarafımdan o fidye ödeninceye, o olgu gerçekleşinceye kadar rehin tutulan kişi. Hatta, o fidye ve olguları tahmin bile edebiliyorum. Durum böyleyse eğer, 40 küsur yıllık politik yaşamın geliştirip bilediği sezgilerin gerçeği yansıtıyorsa, şimdi buradan, bu kürsüden gayet açık, kesin ifade ediyorum: Boşuna beklenilmektedir. O fidye ödenmeyecektir, o olgu gerçekleşmeyecektir. Bütün ilgililer, etkin ve etkenler bunu böylece bileler...
O günkü duruşmada, DGM yargıcı fotoğraf çeken toto muhabirlerini sert bir biçimde uyardı:
Kürsünün fotoğrafını çekmeyin efendim! Kürsünün fotoğrafını çekmeyin... (Kürsüde, yargıçlar kurulu ile savcı oturuyordu).
Yargıç, duruşmayı bir ay deha erteledi. Bir ay daha tutuklu kalacak olan Haydar Kutlu’yla Nihat Sargın o duruşmadan sonra ölüm orucuna girdiler. Günlerden 6 Nisan 1990 Cuma idi.