27 Mayıs Devrimi öncesiydi, CHP’nin o zamanki Genel Sekreteri İsmail Rüştü Aksal’la bir bölük gazeteci güney illerindeydik. Orhan Tokatlı'yı, Örsan Öymen'i, Güngör Yerdeş'i anımsıyorum geziye katılanlardan. Örsan Öymen Ulus'taydı. O, CHP Genel Sekreteri’nin konuşmalarını nasıl olsa ayrıntılarıyla yazar, hazırlar diye biz az biraz rahat çalışırdık. Ben Vatandaydım. Tümü cin gibi muhabirlerdi. Silifke’den Mersin'e dönerken, yol üstünde Aksal, bir kahvede konuşuyordu. Aylardan da nisan mı ne? Deniz de ısınmış, bizleri bekliyor. Aramızda anlaştık. "Aksal konuşurken, son hızla oradan kaçıp, şöyle bir yarım saat denize girsek nasıl olur acaba?"
Milletvekillerinden birinin arabasıyla, Aksal'a görünmeden oradan uzaklaştık, saatte bilmem kaç kilometre yapıyoruz. Bir yere gelip durduk, herkes denize koşuştu. Mayolarımız da yok. Kimi donla giriyor denize, kimi sivil!
Kimi daha ayağını ıslatmamış, ben daha pantolonumu çıkarmamışım, Aksal'ın arabası sökün etmez mi uzaktan? Sivil Örsan, kayalıkların araşma kaçtı. Hemen pantolonumu çekip, Aksal'ın arabasının yanına vardım. Aksal içerlemiş gibiydi:
Bizim gezi, turistik mahiyet almaya başladı. Gitsek iyi olacak! Arkadaşlar da süklüm püklüm geldiler.
Meğer, bizim oradan uzaklaştığımızı görünce, İsmail Rüştü Aksal da konuşmasını yarıda kesmiş, hemen arkamızdan yetişmiş, Denize girme hevesimiz kursağımızda kalmıştı...
Sanıyorum, 1960 nisanı olacak, ihtilale şunun şurasında ne kalmış? İsmet Paşa'nın Kayseri olayları da o sıralarda olmakta. Bir yandan uzaktaki olaylan izliyor, bir yandan kendi işimize bakıyoruz. Parti organı gazetelerde çalışmanın güçlüğünü, o gezide Örsan Öymen’i gözlerken anladım. Bizler ona göre daha özgürdük...
1960'tan sonra, Öncü gazetesinde Örsan'la birlikte çalıştık. Altan Öymen, Muzaffer Aşkın, Nilüfer Yalçın, Selçuk Attan, Oktay Kurtböke, Erol Ülgen, Kemal Çiftler (öldü), Oktay Ekşi. Egemen Bostancı (öldü). Güngör Göktan, Güngör Gönültaş, Doğan özgüden, Erdoğan Tokatlı, Aydın Yalçın, Fikret Ekinci, Mustafa Özkan, Yaşar Aysev, Teoman Okaygün, Reşat Yazıcı, Ahmet Arif, Mete Akyol, Sermet Çağan (öldü), Okay Göçer, Öcal Uluç, daha kimler? Bir kadro ki, öyle bir kadro bir arada gazetelerde hiç çalışmamış. Metin Toker’in "Aman ne kadro!" dediği türden bir kadro. Örsan’ın orada "kulis" denemeleri yaptığını anımsıyorum. Olayların perde arkasını kurcalamada, usta bir yöntemi var.
Gazetecinin başına neler gelir? İtelenir, kakalanır ama görev yerine getirilecektir her ortamda. Örsan, her ortamın, gözünü budaktan sakınmayan gazetecilerindendi...
1964’te Almanya'ya gitmiştim. Türk işçileriyle görüşüp, röportajlar yapmaya. Bonn'da, basın ataşe yardımcısı olan Altan Öymen'le görüşmüş. Ondan Berlin'de bulunan Örsan’ın adresini almıştım. Örsan Köln'de çalışıyordu ama, Berlin'de uluslararası bir gazeteciler toplantısına katılıyordu. Belki seminer gibi bir şeydi. Berlin'e varır varmaz, telefonla aradım, Örsan'ı buldum. Onunla konuk kaklığı yerde, aynı koğuşta bir iki gün yattım, Örsan Berlin'i bir güzel gezdirdi. "Çarıklılar" adlı yazı dizisinde bundan söz ettim. O zaman Milliyet’teydim. Örsan'la, Demokratik Almanya'ya (Doğu Berlin'e) geçtik. Bir kahvede oturup, kahve içtik, Örsan, ne yapacağını, nasıl ağırlayacağını şaşırmış gibiydi.
Haydi seninle bir gazeteye gidelim... dedi. Gittik, gittiğimiz gazetede, gazeteci bize:
Geçen yıl neredeydiniz? dedi, Nazım Hikmet, geçen yıl buraya geldi, karşıya (Batı Berlin'e) haber gönderdi. "Türk gazeteci varsa, gelsin. Görüşmek istiyorum..." dedi. Kimse gelmedi.
Buna çok üzüldük, Örsan söyledi orada:
Biz, dedi, sana Öncü’deyken "Manşet Mustafa" derdik. Her haberin manşet olurdu!
Basın Sitesi'nde aynı blokta otururduk, Türkiye'de olduğu yıllar. Sonra o, iyiden iyiye Almanya’lı oldu. Köln radyosunda çalışıyor, BBC'nin muhabirliğini yapıyordu. Ankara'ya da az geliyor, İstanbul'a belki dinlenceye Bodrum'a ya da Marmaris'e gitmek için uğruyordu. Oğlu Örsan'a sorardım, baba Örsan’ı. Örsan Almanya'da doğduğunda, bizim Örsan Almanya'da değilmiş. Çocuğa da ad konacak. Eee, eşi Gisela'nın Örsan'dan başka bildiği Türk adı yok. Çocuğun adı da Örsan olmuş, öyle anlatmışlardı. Kızı Yasemin, Eylem’le Özlem’in arkadaşıydı. Öymen’lerin babaları Hıfzırrahman Raşit Övmen, “Örsan’ın arkadaşı" diye severdi. “Örsan seni çok serer" derdi, Örsan'dan, Almanyalardan haberler verirdi. Gazeteciler, Hıfzırrahman Raşit Öymen adını kolay söyleyemezler, kısaca "Bismillahirrahmanirahim" derlerdi.
Örsan, kendisiyle dalga geçmesini bilebilen kişilerdendi. Herkes bunu yapamaz. Baba yanından Karadenizliydi, yazılarında sık sık laz şivesiyle fıkralar anlatırdı...
12 Mart'ta, kısa bir süre sıkıyönetime çağrıldığımda, aşağıya bizim eve inmiş, eşim Aldoğan'ı teselli etmek istemişti.
Örsan’ın ölümüyle, biz yakın bir arkadaşımızı, dostumuzu yitirmiştik. Tüm Öymen ailesine başsağlığı diliyoruz.
Örsan, basın bayramı olan 24 Temmuz'da toprağa verildi. “Bir gazeteci böyle ölür!" mü demek istemişti Örsan?
26 Temmuz 1987, Cumhuriyet