Cemalettin Ünlü ölmüş; haberini yeni duydum. Bilenler de üzülürüm diye saklamışlar. Kırk yıla yaklaşan bir arkadaşlığımız vardı; Cemalettin Ünlü'yle. Afyonlu Cemalettin. Hiçbir şeyini değiştirmemiş Afyon'un, konuşması bile Afyonlu. Ulus'un eski yazı işleri yönetmenlerinden. Yalnız Ulus'un mu, Son Havadisin, Yeni Gün'ün, daha kimbilir kaç gazetenin, derginin mutfak çalışanı. Ankaralı gazeteci, yaşamının büyük bölümünü Ankara gazetelerinde geçirmiş. Son yıllarda Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'nde görev almıştı. Öyle, makamı, masası ne yoktu bildiğim. İşin hamallığındaydı, gazeteciliğindeydi. Bir süre, 12 Eylül'den sonra, dört dilde yayımlanan "New spot" dergisinin yöneticiliğini yaptı. Dergi, İngilizce, Fransızca, Almanca, bir de Arapça yayımlanırdı. Cemalettin:
Hiçbir dili bilmiyorum, dört dilde dergi çıkarıyorum! derdi...
Bu, "Gazeteciliğini yapıyorum!" demekti. Sayfalarını çiziyor, haberleri, yazıları yerleştirir, dergiye biçimini o veriyordu. İçeriğini de o saptıyordu bir bakıma. Ozanları, sıraya koymuştu:
Bir Yaşar Kemal sayısı yapıyorum, dört dilde, usun durur! diyordu
Boynunu büker: "Ben gazeteci değilim, memurum!" derdi. Ama, memurun yapacağı değil, yanından geçeceği işlerden değildi yaptıkları.
Büyük gazeteci yok. büyük gazete vardır! der, sorardı:
Ekmekçi, senin kartvizitin var mı?
Yok!
Benim de yok! Biz kartvizit bastıramıyoruz; ama adamlar, kaç sayfalık gazete çıkarıyorlar, hem de her gün! derdi.
Cemil Sait Barlas’ın Son Havadisi’nde çalışırken, öğle saatinde, çocuğa yiyeceğini ısmarlamış:
Bana on kuruşluk sosyal adalet, beş kuruşluk da eşitlik getir!
"Sosyal adalet", peynir; “eşitlik" de ekmek demekmiş, Cemalettin’in sözlüğünde! Gazetenin başlığının altında. “Amacımız Sosyal Güvenlik" gibi bir tümce vardı Cemalettin, bunu iğneliyordu kuşkusuz.
Nasıl da hoşgörü doluydu. Bir gün "Ankara Notları"nda, adı Cemalettin yerine. Celalettin diye geçmişti. Bir başka yazıda da, soyadı Ülkü oldu. Dizgi yanlışıydı olay. Ben üzülmüştüm, o gülüyordu. Yeni adını benimsemişti bile:
Ben Celâlettin Ülkü! derdi.
1988'in son haftasında, trafik kazasında kolum üç yerinden kırıldığında, daktilosunu kapıp eve gelmişti:
Sen yazı yazamıyorsun; ben senin kolun olacağım! Sen, bana yazdıracaksın; istediğin zaman, ben Basın-Yayın'dan gelir, yazarım yazıları! öyle yapardık. “Ankara Notları" aksamazdı...
Telefonla zamanlı zamansız aradığımda, daha ben konuşmadan:
Merhaba Ekmekçi! Derdi.
Benim olduğumu nereden bildin?
Beni başka kimse aramıyor ki!
Sigarayı, içkiyi bıraktığı olurdu. Niye bıraktığını sorduğumda:
Param yok! derdi. Parasızlıktan sigara, içki içemezdi
Zaman zaman buluşur, bir kadeh içerdik. Bir süre Kıbrıs'ta "ataşe" olarak mı ne çalışmıştı. Yeniden gitmek istediğinde, ataması çıkmış, Çankaya'da Kenan Bey'de takılıp kalmıştı. "MİT'in engellediğini düşünür, söylerdi. Eşi, Perihan sayrıydı. Sayrıevlerine koşturuyordu onun için. Baktı, Kıbrıs’a gitmek için görev verilmiyor; bastı istifayı, emekliliğini istedi; Kıbrıs'ta Asil Nadir’in bir gazetesinde çalışmaya başladı. Oradan telefon ediyor, yaptığı işlerle ilgili haberler veriyordu:
Bak, gazetede bir işler yapıyorum, usun durur! diyordu. "New spot "ta yaptığı işler gibi işlerdi yaptığı. Gazetecilik onurunu, namusunu her yerde koruma çabası. Orada da korunabilir istenirse!
Cemalettin Ünlü, öyle bir gazeteciydi. Basın-’Yayın'dayken, "Kıbrıs'la ilgili bir kitap yayımlamıştı. Sıkıdenetimden (sansürden) geçmiş kitap, birçok bölümleri çıkarılmıştı. Gönderdi okumam için; karıştırdım, gözüm tutmadı. Hiçbir şey yazmadım, kitap için:
Tek satır yazmayacaksın, değil mi kitabım için? diyordu. Arkadaşlarıma söylüyordu ‘Biliyor musunuz, tek satır yazmadı, kitabım için! Yazmasın! Yazmadığına göre, demek ki gerekmiyor!''
“Başımıza Taş Yağacak!” şiirini yayımlamak için güç almıştım kendisinden izni. “Ankara Notları'nda adı birkaç kez geçtiğinde, Basın Yayın'da yöneticilerin kaşları çatılmış; "Ekmekçi'nin köşesinde adı geçiyor" gibi söylentiler bile çıkmıştı. Gazeteci yaratılmıştı. Memurluğa hapsedilecek kişi değildi. Ama nice gazeteciler, öyle yok olup gitmiyorlar mıydı? Basının iç yüzü ile ilgili çalışmalara başlamıştı...
1968'de, arkadaşım Sait Başaranla birlikte 'Tüm" dergisini yayımladığmızda, sayfaları çizen Cemalettin'di. Emeğine para ne almazdı:
Tüm tutunsun, para kazanın; o zaman bana bir Paris gezisi yaptırırsınız! derdi. Dergiyi dördüncü sayıda kapatmıştık. Cemalettin’e bir yemek bile ısmarlamamıştık!
Dergiyi Ulus Basımevi’nde bastırırdık; basım günü, orada çalışan işçilere, ustalara, kızartılmış tavuk, baklava götürürdük. İyi bassınlar dergiyi diye. Baskı parasını ayrıca öderdik doğal olarak. Dergi kapanınca, Cemalettin hayıflanır:
Tavuklar, baklavalar da yedirdiniz! diye takılırdı...
Afyonlu Ahmet Çavuş'un oğluydu. Babası Ahmet Çavuş, Kurtuluş Savaşı'nda Trikopis'in kılıcını alıp, İsmet’e (İnönü) getiren kişiymiş.
Trikopis'i tutsak alan Ahmet Çavuş'un oğluyum! derdi.
Savaştan sonra, Ahmet Çavuş, belediyede mi ne bekçilik, odacılık görevi almış; ancak 30 ağustoslarda, bayramlarda, törenlerde en önlerde geçermiş. Trikopis’i tutsak alan Ahmet Çavuş, mahalle bekçisi Ahmet Çavuş; onun oğlu, yoksul büyümüş gazeteci Cemalettin Ünlü! Onun ölümüyle ilgili bir yazı, 30 Ağustos bayram gününe, bugüne sanki denk düşüyor gibi! Baba ile oğul, birlikte anılıyorlar. Cemalettin'in, 30 Ağustos utkularına ilişkin, ne yazıları, röportajları vardır Ulus'ta, kimbilir? Cemalettin’in yazıları toplanmalı; bir kitap hazırlanmalı, genç gazetecilere.
“Aydınlar Dilekçesi" davasından yargılanıyorduk. Kenan Bey, dilekçe verenleri "hainlik"le suçlamıştı. Cemalettin takılıyordu Afyon ağzıyla:
Len Mistik, Kenan Bey, size "hain" dedi, meşhur oldunuz; ansiklopedilere geçtiniz len! Sen de geçtin ansiklopediye, köylü!
Cemalettin, şimdi, ölümüyle ilgili yazı yazdığımı götse, ne derdi acaba?
Yok arkadaş, sen cezaevlerini yaz, oralarda eziyet görenleri yaz! Senin işin o. Beni yazma! Kıbrıs kitabım için tek satır yazmadın, bir şey dedim mi? Yine yazma!
Eşi Perihan Ünlü'yle konuştum. Kıbrıs'ta, gazetede işinin başında, beyin kanaması geçirmiş; tansiyonu yüksekmiş Cemalettin’in. Dokuz gün sayrıevinde yatmış. Gözlerini açacak diye beklemişler. Açmamış! Sonra, Türkiye'ye getirmişler cenazeyi, burada toprağa vermişler. O günler, gazeteci Rafet Genç’in ölümünün birinci yılıydı; ikisinin haberleri, gazetelerde birlikte çıkmış...
Hoşçakalın gazeteciler, ben Celâlettin Ülkü!
30 Ağustos 1990, Cumhuriyet