Geçenlerde, Ankara'da Tevfik Fikret Lisesi'nde öğrencilere "basın"la ilgili konuşma yaptık. Arkadaşım Yeni Gündem'den Aydın Köymen'le. Konuşmama başlarken, salonu dolduran gençlere şöyle dedim:
Size ilk şunu söylemek istiyorum: Gazeteci yalan yazmaz! Otuz yedi yıllık gazetecilik, yazarlık dönemimde bir kez olsun yalan yazmadım! Kim size, 'Gazeteci yalan yazar" derse, inanmayın ona. Otuz yedi yıllık gazeteciliğim süresince eksik yazdığım, yanlış yazdığım olmuştur; o kadar öğrenebilmiş, o kadar araştırabilmişimdir de ondan öyle yapmışımdır. Bizleri yanıltmak isteyenler olmuştur, hâla da olmaktadır. Bu, "gazeteci yalan yazıyor" demek değildir. Türkiye’de gerçekler öylesine saklanmak istenmektedir ki, o gerçeği bulup çıkarmak çok çaba ister. Yıllar sonra, gerçeğin ne olduğunu anlatan anılar okumuyor muyuz?
Öğrencilerin kafasına ilk bunu yerleştirmek istiyordum. Çünkü onlara çok önem veriyordum. Genç beyinler, gazetecinin yalan yazdığı savına inanırlarsa, öyle sanırlarsa, bundan kolay kurtulamazlar da ondan. Gazetecinin yalan yazdığını söyleyenler, bir gün gazetecilik yapmış olsalar böyle demezlerdi.
Gazetecilere cezalar ağırlaştırılacakmış. Yalan haber yazanlara da. Şaştım da kaldım. Gazeteci, yalan haber yazacak denli aptal mı? Yalan haber kolay haberdir; uydurmak kolaydır, yaratmak güçtür. Gazeteci haberin üzerine tüm yetenekleriyle atlar; bunun için 24 saat gazeteci olmak, yanlışını her an düzeltme zahmetine katlanmak gerekir. Eskiden, "Haberin doğrusu odacıdan alınır" derlerdi; yöneticiler doğru haber vermez diye mi?..
Yurdumuzda basına, gazeteciye yeterince, gereğince saygı gösterilmez, gösterilmemiştir. İktidara gelenler, "Gazeteciler yatak odamıza bile girebilirler" derler başlangıçta, ama çok geçmeden onlar da gazeteci düşmanlığına başlarlar. Bu, geri kalmışlığın, ilkelliğin sonucudur öğrenciler, Aydın Köymen'le birlikte yaptığımız konuşmaları heyecanla dinlediler. Konuşmalar sona ererken ayakta alkışladılar.
Onlara hiç politika filân yapmadık. Sadece gerçekleri söyledik.
Hafta başında, pazartesi günü, Nabi Yağcı'nın (Haydar Kutlu), Ankara DGM'deki duruşmasını gazeteciler izleyemediler. Çünkü gazeteciler DGM binasından içeri sokulmamışlardı Bu davranış anayasaya da, ceza usul yasasına da aykırıydı. Anayasanın 141. maddesi şöyle diyordu:
Madde 141 - Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir…
Ceza Yargılamaları Usulü Yasasının 373 maddesi de, hemen hemen anayasa hükmünün aynı. O da şöyle;
Madde 373 - Duruşma herkese açıktır. Ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde duruşmanın bir kısmının veya tamamının gizli olmasına mahkeme karar verebilir...
Haydar Kutlu'nun duruşması bu maddelere uygun olarak yapılmadı. Çünkü gazeteciler dışarıdaki polislerce içen bile alınmadılar
Mahkeme başkanı ya da DGM savcısı, "Girseydiler efendim" diyemezler. Gazetecilerin giremedikleri bir duruşma da "açık" yapılmış sayılabilir mi? Gazeteciler, sıkıyönetim mahkemelerine bile girerek duruşmaları izlediler. DGM yargıcının da, duruşmanın "gizli" yapılacağına ilişkin bir kararı yok. O halde?
İçendeki duruşmayı gazeteci nereden öğrenip doğruyu yazacaktır söylenebilir mi? Mübaşirden mi?.
O gün DGM kapısı önünde ben de vardım. İçeri giremeyen gazeteciler arasında şunlar da vardı:
Turan Yılmaz (Cumhuriyet), Caner Gören (AA), Evin Göktaş (Günaydın). Genco Dönmez (UBA). Göksel Polet (ANKA), Ömer Selvi (AA), Uğur Şevket (Hürriyet), Sami Özçoban (Hürriyet), Cavit Tuna (Yeni Asır), Adnan Gerger (Milliyet), Yavuz Yüksel (Milliyet). Serdar Koçak (Güneş). Turgut Mantar (Sabah-Yeni Asır).
Muhabirler, foto muhabirleri kıvranıyorlardı içeri girip duruşmayı izleyebilmek için. Kapıdaki polis görevlilerinden biri:
Duruşma salonu dolu, onun için içeri giremiyorsunuz! dedi. Bir başkası:
Başkanla konuşun, başkanın izni olmadan içeri alamayız! diye ekledi.
Haydar Kutlu, elleri kelepçeli olarak, altı jandarmanın arasında, içi bölmeli bir minibüsle getirilmiş, içeri alınmıştı. Haydar Kutlu'nun elleri kelepçeli fotoğrafı çekilmişti. Kutlu, DGM kapısından girerken:
Ya demokrasi, ya demagoji ve yalan! demişti
Çevre sokakta on beşe yakın polis arabası, bir de çevik kuvvet ekibinin doldurulduğu otobüs var. Kutlu'nun üzerinde tek tip cezaevi giysisi göze çarpmıştı. Kutlu'nun savunmanları daha önceden içeri girmişlerdi Savunmanlar şunlardı Ersen Şansal, Ahmet Toptan, Reşat Kadayılçılar, Uğur Söylemezoğlu.. Savunmanlardan Bahri Belen. baro odası açık olmadığından cüppesini alamamış, salona girememişti..
DGM önünde de gazetecilere iyi davranıldığı, en azından kolaylık gösterildiği söylenemezdi. Görevli polis:
Burada durmayın, merdivenlerden aşağı inin! deyip duruyordu
Kime ne zararımız var burada durmakla?
Çevik Kuvvet Ekibi'nin başı:
Görevli polisle tartışmayın, ne diyorsa onu yapın! diyordu..
Saat 11.20'de cezaevi arabasından indirilip DGM'ye sokulan Haydar Kutlu, saat 12.15'te çıktı. Arabaya götürülürken, "Tekrar ediyorum, işkence gördük!" dedi.
Duruşmadan çıkan savunmanlardan gazeteciler bilgi almaya çalışıyorlardı. DGM Başkanı M. Ekrem Çelenk, üye Ayhan Toktaş, üye Yargıç Albay Mehmet Bostancı, Savcı Yardımcısı Tevfik Hancılar, yazman Şenay Ceylan’dı. Savunmanlardan aldıkları bilgiye göre, kimi gazeteciler üye yargıç Ayhan Toktaş yerine, yanlışlıkla Necati Karakaya’nın adını yazmışlardı. Burada düzeltip doğrusunu yazıyorum. DGM Başkanı M. Ekrem Çelenk'in de, savunman Halit Çelenk'le bir yakınlığı yoktu. Soyadı benzerliği vardı…
Haydar Kutlu'nun cezaevinden DGM'ye getiriliş yöntemine de değinmek istiyorum. Kendi ayağıyla yurda gelmiş bir kişinin eli kanlı katiller gibi getirilip götürülmesi yanlıştır. Dışarıya karşı iyi izlenimler bırakmaz böyle şeyler. Kaçacak olsa gelmezdi yurduna, niye gelsin?
Haydar Kutlu’yla Nihat Sargın'ın başına bunlar gelince, yurtdışından yurda dönmek için valizlerini hazırlayanlar, denklerini yapanlar, yeniden açtılar valizleri, çözdüler denkleri "Oh, hiç değilse burada özgürüz!" diye mi düşündüler? Ama sürgünde yaşıyorlar. Gözleri yurtlarında, kulakları kirişte.
Ataol Behramoğlu'ndan birkaç satır bir not aldım, şöyle diyor Ataol:
“Sevgili Mustafa Ağabey,
Cumhuriyet’leri üç-beş gün gecikmeyle topluca okuyordum. Bir süredir aboneyim; günübirlik olmasa da. Yakından izlemenin tadı başka. Yazılarını sevgiyle okuyorum. Son günlerde yazdıkların birbirinden güzel. Olur olmaz şeylere sinirleniyorum, gözlerimin önünde lekeler çoğalıyor; demek ki hasret bilinçaltından yukarılara doğru zorlamaya başladı diye düşünüyorum o zaman.
Yeni yılda seni, tüm dostlan hasretle kucaklıyorum. Ahmet ağabeye ayrıca sevgi, selam…”
6 Ocak 1988, Cumhuriyet