Hacı TÖ’nün Amerika gezisini, Bush’la ortak basın toplantısını, CNN muhabiriyle görüşmesini izliyordum. CNN muhabirinin sorulan nasıl da fıstıktı öyle? Böylelerine biz, çanak tutan sorular deriz.
Haydi efendim, şunu da yanıtlayın da reklamınız olsun!
Düş bu ya, yabancı radyo-televizyonlarda çalışan bir arkadaşımla birlikte izliyorduk.
CNN muhabiriyle yapılan bu görüşme için para ödenmiş midir, diye sordum.
Kesin, karşılığım verdi. CNN, bir özel televizyondur, böyle şeyleri çok yapar!
Ne kadar ödenmiştir?
Elli bin, yüz bin dolar! Ve bu, normaldir...
Kimileri, “Helal olsun, ödensin! Böylece ülkemizin reklamı yapılmış oluyor, kötü mü?" diyebilir. Ama gerçeği bilmek hakkıma değil mi? Soruyorum şimdi, CNN’e para ödendi mi, ödenmedi mi? ödendiyse ne kadar? CNN Televizyonu bunu söylemezmiş, onun için bir gizmiş. Görüşmeyi yapan muhabir de bilmezmiş. Ona, "Görüş!” derlermiş o kadar...
Uğur Dündar'ın, Bush’la görüşmesine bir şey ödenmemiş olamaz; o artık, ne söyleyeyim?
Bush'la, Hacı TÖ'nün görüşmelerinde asıl yakalamak istediğim, TÖ'nün ne kadar para alabileceğiydi. Gözlerimi açtım; Türkiye'ye Körfez fonu için söz verilen 4.2 milyar dolara karşılık ivedi 1 milyar doları istediği haber veriliyordu. Bu 1 milyar dolar, eylülde ya da ekimde yapılacak bir erken seçim için yeter miydi? Onca sağ oylar, özellikle DYP oyları neyle sağlanacaktı? Bitmiş, tükenmiş ANAP, nasıl ayakta tutulacak, planlar ne olacaktı?
Hiç ClA'nın planları nedir diye düşünen var mıydı? Benim TV'lerde gördüklerimin ne kadarı CIA planıydı? Karışık düşler görüyordum...
Vedat Dolakay’la eşi Ayçe'nin Kırıkkale-Kayseri yolunda trafik cinayetinde yaşamlarım yitirmeleri, oğulları Barış'ın ağır yaralanması usumdan çıkmıyor bir türlü.
Mimarlığı yanında, bir ressam, bir karikatürist! Bunların arasında resimle karikatürü zevki için yapıyor; mimarlıktan para kazanıyor. Üniversite öğrenciliği yıllarında bir gün karikatürist Cemal Nadir'i konuşma yapması için çağırırlar. Cemal Nadir gelir, konuşur. Ancak sahne öylesine kötüdür ki rüzgâr bir yandan girip bir yandan çıkmaktadır. İzlenceden sonra Cemal Nadir'i alıp evine götürürler; O gece Cemal Nadir üşütmüş, sayrılanmıştır. O sayrılığın sonunda ölür. Vedat Dalokay:
Cemal Nadir'i ben öldürdüm, derdi. Çok üzülürdü...
Bir gün evine çağırmıştı, eşimle birlikte gitmiştik. Çağırmadan sorardı:
Mustafacığım, Mümtaz Soysal var, Şinasi Yavuzer’le eşi Sema Hanım var; akşam bir yemek yiyelim dedik, gelirseniz sevinirim.
Gittik. Ortalıkta Cumhuriyetler yığılmış duruyor. Kaldırmamış da.
Bu Cumhuriyetler ne böyle, yığılmış, diye sordum:
Yav, Mustafacığım, dedi. Şimdi sizi yemeğe çağırdık. Sen "Benim filan yazımı okumuş muydun?" diye sorarsan, ben de okumamışsam ayıp olmaz mı? Okumadığım yazın kalmasın diye topladım tümünü okudum! Kah kah kah...
Azizim, diyordu, ben senin yazılarını çok rahat okuyorum. Bak nasıl? Sen soru tümceleri yapıyorsun ya, örneğin yazıyorsun: “Nazmiyanım, dolma pişirdi mi ne?" diyorsun. Ben, “mi”leri, "ne”leri kaldırıp öyle okuyorum. “Nazmiyanım dolma pişirdi!" diyorum. Böyle rahat oluyor!
Onunla, yıllar yıllar önce, Kocatepe Camisi’nin tasarı yarışmasını kazandığı yıllarda tanışmıştım. Tasanda, minareleri füzeye benzettiği gerekçesiyle Vedat'a saldırlar başlamıştı. Oysa o, çağdaş bir anlayışla çizmişti Kocatepe Camisi'nin tasarısını. O sırada, mason derneğine üye oluşunu ileri sürmüşlerdi. Doğruydu, derneğe girip çıkmıştı.
Yav, Mustafacığım diyordu, girdim, ama çıkarken bir de arkadaşımı çıkardım, Tek girdim, iki kişi çıktım! Kah kah kah...
Sayrılığımda nasıl ilgilenmişti anlatamam...
Maddi, manevi ne gerekiyorsa lütfen haberim olsun, demişti.
Şakacı mı şakacı, muzip mi muzip, insan mı insan... Bir gün Hindistan'dan mı Pakistan’dan mı gelmişler; Sema Yavuzer yeni profesör olmuş. Onu kutlayacaklar. Vedat, Şinasi'ye telefon eder:
Şinasiciğim, size gelmek istiyoruz bu akşam, uygun musunuz?
Buyurun, der Şinasi Yavuzer.
Gelirler. Ayçe, Sema'ya bir yılan derisi getirmiş. Onu verir armağan olarak. Vedat da Şinasi’ye süslemeli bir kutu uzatır:
Şinasiciğim, der; ben de sana bir mücevher kutusu aldım. Sana kazık attım! Çünkü mücevher kutusu boş. Onu Sema Hanım için sen dolduracaksın! Kah kah kah...
Trafik cinayetinden bir gün önce Yüksel Onaran'la konuşmuşlar. Yüksel söyledi;
Geç vakte kadar oturduk, konuştuk. Senin de kulağını çınlattık...
Vedat Dalokay, arabalardan çok yakınırdı; ‘Türkiye'de araba diktatörlüğü var; ezilen yayalar oluyor!" derdi.
Dalokay için en güzel yazılardan birini Mümtaz Soysa) yazdı 23 mart günlü Milliyet'te. "Pırıltı Değirmeni"ydi yazının adı. Girişinde şöyle diyordu Mümtaz Soysal, yazısının:
“Dalokay gibi insanlar bizimki gibi toplumlardan az gelip geçer.
Yalnız yetenek ve bilgi birikimi olarak değil, alışılmışın dışında düşünce ve çözüm üreten yanlarıyla, esintileriyle, pırıltılarıyla.
Ama nedense, ender taşları sandık diplerinde saklayan bir toplum, ender gelen ve ender yetişen insanlarını bozuk para gibi harcar.
Belki de böyle oldukları için harcar. Kapıkulluğundan gelen toplumlarda, alışılmışın dışına çıkışa, esintiye, pırıltıya tahammül yoktur. Oysa onlar olmadıkça kısır döngüler kırılmaz, durağanlıklar sürer. Bunun içindir ki harcanacaklarını bile bile kısır döngüleri kırmaya kalkışan pırıltılı kahramanlar vardır.
Onlar dar çemberleri biraz kırarlar dai, kıyısından köşesinden, içinden dışından.
Ama yara ala ala kendilerini tüketerek, öğütüle öğütüle, savrula savrula.
Pırıltı değirmenlerinde... ”
24 mart pazar günü Savcı Doğan Öz'ün öldürülüşünün yıldönümüydü. Doğan Öz, bir faşistin kurşunlarıyla öldürüldü. Cinayetin yargısal yönü karanlıkta mı ne? Dalokayların ölümüyle Doğan Öz'ün ölüm yıldönümü nasıl da birbirine yaklaşmış, şaşıp kaldım.
26 Mart 1991, Cumhuriyet