Fıkra Gibi Olaylar...

Ankara'da, büyük kentlerde olup bitenleri, "satır arasında" da olsa, yazıp çiziyoruz da, Anadolu'da neler oluyor, pek oralı olmuyoruz nedense. Gazeteler yalnız büyük kentlerde oturanlar için mi çıkar? Bu “Ankara Notları"nda, Anadolu'dan fıkra gibi şeyler aktarmaya çalışayım.
Rona Aybay getirdi önce, “Sandıklı Postası" gazetesini.
Yav Ekmekçi, dedi, bu gazetede senin gibi yazarı bir yazar var.
Merak ettim. Baktım. Süleyman Ekim'in “imza gününden izlenimler” başlıklı yazısı. Bir imza gününü anlatıyor, şöyle başlıyor:
"Geceyarısı üçte otobüse bindim, yedide Ankara’daydım. Onarımdan daktilomu aldım. Ayko'ya uğradım. Adnan Yücel her ay bir kitap çıkarmanın hesabını yapıyordu. “Kooperatif işi sürecek” diyordu." Yüzbin ver, kitabını basalım “diyenlere kızıyordu. Bu yolla iyi olmayan yapıtlar dolduracaktı ortalığı..."
Böyle sürüp gidiyor. Süleyman Ekim de, “kafa ütülemeden" yazıyor. Ardından, Süleyman Ekim'den bir mektup geldi. Şöyle diyor özetle:
“Ben Süleyman Ekim. Çay Lisesi Türkçe öğretmeni, öykü yazıyorum. Geleceğin yazarlarındanım. İlerde bu nedenle kalıcı dostluk oluşacak aramızda. Cumhuriyetin öğrenci - öğretmen köşesine konuk olanların başında ben geliyorum kanımca. Geçenlerde “Sandıklı Postası" gazetesinde bir yazım çıktı. Dostlara okudum:
Ekmekçi gibi yazıyorsun; dediler. Mutlandım buna. "Ekmekçi’nin yazıları ekmek gibi” dedim içimden. Siz Cumhuriyet’te yazıyorsunuz, ben de küçük Cumhuriyet’te. Her çarşamba küçük Cumhuriyet’te yazılarım çıkıyor. Bu gazete nerden çıktı demeyiniz. Kırıkkale’de "Kale” adlı gazete çıkıyor..."
Şimdi, bunları okuyanların kimi, “kellelerle sağırlar, birbirini ağırlar" diyecekler. Eleştirilere kendimi alıştırdım, övgü gelince şaşırıyorum...
Benim gibi yazdığı için değil, rahat yazdığı için kutlarım Süleyman Ekim'i.
* * *
Balıkesir Milli Eğitim Gençlik ve Spor Müdürlüğü'ne bakan İ.A. Balıkesir'in Bigadiç ilçesinde, bundan bir süre önce yapılan bir toplantıya katılır. Toplantı, saat 10.00'da başlayacakken, İ.A. 11.30'da onurlandırır. Hatay'ın kurtarılışını ateşli, ağdalı sözcüklerle anlatır, bir yerde şöyle der:
Atatürk, Musul ve Kerkük'ü kurtarmaya o gün cesaret edemedi, bu konuda "ah, nüfusumuz 40 milyon olsa idi" diye üzüldü. Müjdeler olsun arkadaşlar; Şimdi elli milyonuz. Bilir misiniz Musul, Kerkük petrollerinin bir günkü istihsali, Türkiye'nin yıllık ihtiyacını karşılar.
İ.A. Mısır-Kerkük seferini yapar ya, orada da kalır. Taşkent - Buhara'lara gitmez. Dinleyenlerin kafalarında soru imleri takılır, kalır. Türkçe sözcüklere karşıdır “zehir zıkkım" sözünü de açıklar toplantıdakilere, şöyle:
Hain-i vatan millet düşmanlarına verdiğim para zehir zıkkım olsun. Milli şuur içinde yetiştireceksen yetiştir. Yoksa asgari ücretle mesai yapacak tonlarla lise mezunu var, hazırda bekleyen...
* * *
Güneydoğuda, Diyarbakır'ın “Dicle" Üniversitesi'nden yazan okurların mektuplarından bir parça:
“Sayın Ekmekçi, genç misiniz, yaşlı mısınız bilmiyoruz ama, bizim sorunlarımıza ve Atatürk'e sahip çıktığınıza göre mutlaka genç kafalı ve genç yürekli bir insansınız demektir... 16 şubat günlü Cumhuriyet gazetesinde sorduğunuz "Himmet Uç," derste, Kurtuluş Savaşını Atatürk değil, Vahdettin başlatmıştır "dedi mi?" sorunuz doğrudur. Olay, yazdığınız gibi bizim dersimizde olmuştur..."
Bir başka öğrenci, Himmet Uç'la ilgili olarak şöyle diyor:
“Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı Himmet Uç, bölümünde girdiği eski Türk edebiyat dersinde tasavvuf konusunu anlatırken, şunları söyler: "İnanan güçlü olduğu zamanlarda bir kadının oğlu tarikata girer. Kadın bir gün oğlunu ziyaret eder. Oğlunu boş bir odada kuru ekmek yerken görür. Tarikat Şeyhine çıkar. Şeyh o sırada tavuk yemektedir. Bunu gören kadın Şeyhe:
Bu nasıl tarikattır ki, benim oğlum kuru ekmek yerken, siz tavuk yiyorsunuz; der. Şeyh kadına "biraz beklemesini" söyler. Tavuğu bitirdikten sonra tabakta kalan kemiklere “kalk" der. Bunu üzerine kemikler tavuğa dönüşerek yürümeğe başlar. Şeyh kadına dönerek der ki:
Ben de kuru ekmek yiyerek bu mertebeye yükseldim.
Öğrenci şöyle diyor: “Bunları bilimsel bir kurum olan üniversitede görmekteyiz"
"Tercüman” gazetesi, ramazan başında TV'den verdiği Kuran reklamında "Sultan Abdülhamid'in İslam âlemine vakfettiği..." sözlerini kullanır, TV de bunu yayımlarsa, başkaları Anadolu'da neler yapmaz? diye geçirdim içimden...
Haa, Himmet Uç bir başka dersinde ise şunları söyler:
Dilin ırkı, milleti yoktur. Bundan ötürü Arapça ve Farsça’nın dilimizde olması yanlış değil, gereklidir.
Bir Himmet Uç mu? Eğitim Fakültesi Dekan Yardımcısı Atıf İpekçioğlu ömür adamdır. Okula pantolonla gelen bayan ziyaretçileri kapı dışarı ederek haşlar, arkalarından bağırır:
67 vilâyetin hangisinde görülmüştür kadının pantolon giydiği? Burası hastane değil, hapishane değil, ne ziyaretçisi?...
İpekçioğlu, ziyaretçileri azarladıktan sonra. “Allah Allah” diyerek, elleri arkasında tespihiyle dolaşır...
Kredi Yurtlar Kurumu Bölge Müdürü Mehmet Şahin, Ofis semtindeki Erkek öğrenci Yurdu'nu gezerken karşılaştığı saz çalan öğrenciye, "Saz çalmak yasaktır” der, gerekçesini şöyle açıklar: “Saz, ideolojik çalgı aletidir"
Saz çalmak yasaktır da, kurum içindeki mescitte ne olduğuna kimse bakmaz. Mescit neden herkese açık değildir kimse bilmez.