Evler ile insanlar...

Bulgaristan Devlet Başkanı Todor Jivkov, dört yıl önce Antalya'ya geldiğinde “kale-içi”nde yapılan düzenlemeye hayran kalmış. Kale-içi öyle ki, Roma-Selçuk-Osmanlı bir arada. Burada güzel bir çalışma yapılmış. Eski bir kale yıkıntısının içinde kurulan “Hisar”da yabancı konuklar ağırlanıyor. Todor Jivkov’un hayranlığını çeken yer burası. Bulgaristan'a çağırdığı o zamanki Vali Güngör Aydın’la, o zamanki Belediye Başkanı Selahattin Tonguç’u Sofya’da değil, Varna-Eurgaz arasındaki bir köyde kabul etmiş, iki konuk önce şaşırmışlar:
— Bizi niye köyde kabul ediyor? Diye..
Köy, Osmanlı döneminden kalma, yapısı bozulmamış, onarılmış evleriyle bir köy. Sokakları da öyle. Todor Jivkov, konuklarına Kale-içi'nde gördüklerine karşılık vermek istemiş. Şöyle demiş:
— Bakın, biz eski Türk evlerini nasıl koruduk, bunları turizme açtık. Bulgaristan’da turizm nasıl gelişti. Siz daha iyisini yapabilirsiniz.
Sonra, Todor Jivkov Antalya Belediyesine uzmanlar göndermiş. Güzel ince bir davranış...
Hisar’daki lokantayı eski Dışişleri mensuplarından Saffet Süer'in eşi Emel Süer işletiyor. Altı lokanta, üstü kahve. Bir zamanlar esrarkeşlerin yatağı olan Kale-içi, turistlerin uğrağı olmuş. Yazın oturacak yer bulunmazmış. Çok da güzel düzenlenmiş doğrusu. Yeniden biçim verilmesinde Antalyalı Mimar Ersan Gültekin’in, Cengiz Bektaş'ın, İrfan Sancalı’nın da emekleri geçmiş.
Kale-içi düzenlemesi, tam bitirilmiş değil. Kültür Turizm Bakanlıgı buraya, turistik bir otel yapacak. Eğlence yerleri, bira içilecek yerler, henüz açılmış değil. Kale-içini gözardı ederek Antalya’yı düşünme olanağı yok. “Baba’nın Yeri” de burada, tam bir gemici lokantası...
Konyaaltı Caddesi’nin aşağısında üç yüz elli dönümlük bir alan park olarak düşünülmüş. 1974’de başlanan parkın yapım çalışmaları sürüyor.
Bir Dünya Sanatçılar-Yazarlar Sitesi kurmayı düşünmüşler. Dünyanın ünlü ressamları gelip, burada çalışmalarını yapsalar ne iyi... Gönüllerinden koparsa, bir tablolarını da bırakırlar armağan olarak. Bırakmasalar da, gittikleri ülkelerde duyururlar ülkenin adını.
Ozan Metin Demirtaş'ı gördüm Antalya’da. Yaşam dolu bir kişi. Koltuk değneğiyle dolaşıyor. “Yarın” Dergisine yolladığı bir şiiri, derginin mart sayısında çıkacakmış. Belediye otobüsüyle, dolmuşla gidiyorum gideceğim yerlere. Otobüslerde çoğunluk köylüler, işçiler... Biri yanındakine öğüt veriyor:
— Yol kes, bel kes insanlığı elden bırakma... diyor... Konuşma biçimleri, deyişleri, değişik yerlerden olduklarını belli ediyor.
Antalya’ya özellikle son yıllarda, başka illerden, köylerden akın başlamış. Antalya, bir zamanların Adana'sı olmuş. İstanbul, Ankara, Adana artık kaldırmıyor işsiz yığınlarını. Onlar ekmek kapısı olarak Antalya’yı seçtiler. Doğu Anadolu’dan gelenler, birkaç mahalle oluşturmuşlar. Konya’lıların ayrı mahalleleri var. Bir de dernekleri varmış, “Konyalılar Derneği” 12 Eylül’den sonra, dernekleri kapatılınca, onlar da derneklerini kapatmışlar. Kanal işleri Konya’lıların elindeymiş. Taşımacılıkta da çalışanlar var. Çoğu, kentin uç kesimlerine bir gecekondu yapıp oturmuş.
Doğu Anadolu'dan vatandaşlar var. Bir bölüğü Van depreminden sonra gelmiş. Buraya o zaman hükümet, üç yüz kırk aileyi yerleştirmek istemiş, altı yıl kadar önce. İl’de yardım kurulları oluşturulmuş ama, lafta kalmış. Gelenlerin yiyecek bir kuru ekmekleri, üstlerinde bir battaniyeleri bile yok. O zamanın Valisi Nihat Oğuz Bor, zamanın Belediye Başkam Tonguç’a, “sen yap ne yapabilirsen” demiş. Belediye kolları sıvamış, kasaplardan et, kemik artıklarını toplatmış, ekmek artıkları öyle. Lara’da Bayındırlık Bakanlığı’nın kuruluşlarında kazan kaynatmaya başlamışlar. İnsancıkların karınları doymuş...
Asıl Doğu'dan Antalya’ya akın 1955-56’larda olmuş. Bir çiftliği olan eski bir AP milletvekili, ucuz el emeği diye. Doğu Anadoludan köylüleri getirip çalıştırmaya başlamış. Derken arkasından onların yakınları gelmiş. Gitgide gözleri de açılmış. Açılmaz mı?
Antalya’da Side içinde oturan köylülerin bir bölümünün evlerinin yıkılmasına karar alınması, burada geniş yankı yaptı. Gazeteciler, olay yerine gidip köylülerle konuştular. Side’de tarihsel kalıntılar içine yaptıkları evlerde oturan bu köylüler, plana göre “Yeni Selimiye”de yerleştirilecekler. Şimdiye değin, burada Side’nin içinde gelen turistlere evlerini pansiyon olarak verip, yaşamlarını sürdürmekteydiler. Tarihsel kalıntının içinde, çok para harcamadan birkaç gün geçirmek turistlerin de hoşuna gitmekteydi. Köylü çocukları, dört-beş dili konuşur olmuşlardı. Şimdi ağızlarının tadı, tuzu kaçtı. Side köylüleri, taşınsalar bile, yeni yerlerine nasıl taşınacaklar? Yeni bir çatı kurmak, içine oturmak kolay değil. Sonra, onlar turistlere, turistler onlara alışmışlar. Yeni yere turist gider mi bakalım?
Öğrendiğime göre, bu onbeş yıl kadar önce planlanmış, bugüne değin kalmış. Orada, kazı da yapılacakmış ama, kazısı yapılmayan daha çok yer varmış. Yörede kazılara, oralardan başlanabilir, deniyor. Yıkım olacaksa evi yıkılacak kişiye, “Al şu parayı, kendine bir yer bul!” demek yetmez. Yerleşme yerini, devletin bulup, taşınacak kişinin evini de yapması gerek. O zaman yaşamın, tadı tuzu olur!..
Tarihsel kalıntılar da, bilinçlenmiş halk yığınlarıyla korunur en iyi..
Gazeteci Güngör Türkeli şöyle dedi:
— Turizm Bakanlığı, buradaki köylüler pansiyon kursun diye kredi veriyor, Kültür Bakanlığı ise yıkıyor. Bu nasıl şey?