Ev Erkeği...

İnsan Hakları Derneği Genel Yazmanı Akın Birdal'ın sözcüsü olduğu, “Savaşa hayır" düşüncesini kamuoyuna yaymak isteyen kuruluşlar, açıklamalarının sonuna doğru şöyle diyorlardı:
“Bu savaşta, geleneksel barışçı tutum hiçe sayılarak ülkemize Ortadoğu'da jandarmalık görevi yüklenilmek istenmektedir... Savaş olasılığı bile şimdiden sınırlı olan temel hak ve özgürlükleri tehlikeye sokmuş, grevlerin yasaklanmasına, basın ve haber alma özgürlüğünün saldırıya uğramasına ve peş peşe zam paketlerinin gelmesine neden olmuştur. Bu savaşa karşı çıkmak, her şeyden önce insanlık görevidir. Çünkü bu savaş, emperyalist çıkarlar uğruna Ortadoğu halklarım birbirine kırdırmak demektir. Bu savaş, ABD’nin çıkarları uğruna kan ve gözyaşı demektir. Böyle bir savaşa “Hayır" diyoruz ve tüm insanları savaşa karşı çıkmaya çağırıyoruz..."
“Savaşa hayır" diyen kuruluşlar arasında, İHD, TMMOB, Halkevleri, TTB Merkez Konseyi, NÜSHE0, Eğit-Der, Türkiye Ziraat Odaları Birliği, Türkiye Hemşireler Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Ekonomi Muhabirleri Derneği de var. Bu kuruluşların yetkilileri, düzenledikleri basın toplantısı sonunda, Yıldırım Akbulut'a bir telgraf çekerek ölüm cezalarına, savaşa karşı çıktıklarını açıkladılar, "Öldüren bir devletin yurttaşı olmak istemiyoruz, bu utancı paylaşmak istemiyoruz" dediler.
Hafta sonunda, ODTU'lü öğretim üyelerinin başını çektiği, öbür üniversite öğretim üyelerinin de katıldıkları bir açıklama, "Türk Üniversiteleri Öğretim Üyelerinden Kamuoyuna, Yasama ve Yürütme Organları Yetkililerine" başlığını taşıyordu. "Savaşa hayır" bildirisi olarak özetlenebilecek, bu açıklamada, öğretim üyeleri şöyle diyorlardı:
"Körfez bunalımı nedeniyle TBMM'ce çıkarılan "yetki devri" karamı ve bu karar süreci içinde ülkede yaşanan politik gelişmeleri büyük bir hayret, kaygı ve umutsuzlukla izliyoruz.
1. Türkiye'nin doğrudan taraf olmadığı ve politikası ile koşulları Batılı güçlerin çıkarlarına göre belirlenen tehlikeli bir çekişmede ülkeyi aktif bir taraf konumuna itecek bu kararı, maceraya açık, kışkırtıcı, ulusal güvenliği dış güçlerin insafına terk eden, isabetsiz bir karar olarak görüyoruz. Coğrafi ve politik konumu gereği “tarafsız" kalması kaçınılmaz olan, bölgeye ilişkin “belirlenmiş" ulusal çıkarları söz konusu olmayan, temelleri “Yurtta ve dünyada barış" ilkesi üzerine kurulmuş bir ülkenin, hakkı olmadığı gibi meşru da olmayan bir kısım menfaat ve beklentiler peşinde, tehlikeli yönelişlerle bölgedeki huzursuzluğun ve sıcak savaşın içine çekilmesini sağduyu açısından da ulusal çıkarlar açısından da yanlış ve tehlikeli buluyoruz.
2. Ulusal güvenliği tehlikeye atmasından da öte ve bu karar hiç uygulamaya konmasa bile yetki kararının çıkarılması süreci içerisinde, ulusal uzlaşma aranmaksızın, Meclis iradesinin ipotek altına alınması anlamına gelen bu karar ile ulusal irade ve yasama organının etkisizleştirilmesi, bunun bir zorlama ile gerçekleştirilmesinin iç politikada büyük bunalımlara yol açıcı bir adım olduğu açıkça görülmektedir. Bu adımı, iç politikada esasen büyük bunalımlara gebe “tek adam”lığa yönelimi tırmandıran ve pekiştiren, anayasal bunalıma neden olan, en az ulusal güvenliğin zedelenmesi kadar tehlikeli bir gelişme olarak değerlendiriyoruz.
Bu nedenlerle Körfez bunalımı nedeniyle ülkede gözlenen gelişmeleri, ülkenin ulusal güvenliği, anayasal düzen ve iç huzur açılarından tehlikeli, tutarsız ve ulusal çıkarları zedeleyici buluyor; yönetimin, ülke dışında ve içinde gerilim yaratıcı, anayasal düzeni yıpratıcı eylem ve girişimlerinin yanında olunması gerektiğine inanıyoruz."
ODTÜ ile birlikte; çeşitli üniversitelerden 36 profesör, 44 doçent, 15 yardımcı doçent ile 66 öğretim ve araştırma görevlisi toplam 161 bilim adamının imzaladıktan bu “duyuru”, ayrıca Meclis Başkanı Kaya Erdem'le SHP, DYP genel başkanlarına da gönderildi. Bir yandan da imzalar sürüyordu...
İstanbul’da Pendik Lisesi son sınıl öğrencisi Nermin Alkan, 20 güne yakın süredir içeride; bunun dokuz günü gözaltı, gerisi tutukluluk. Nermin’in suçu, "savaşa hayır" afişi asmak. Nermin, Sağmalcılar’da kendisini görmeye giden annesi Şükriye Alkan'a, Gayrettepe'de birinci şubede kendisine "kaba dayak atıldığını” söyledi. Nermin'e, Gayrettepe'de "zorla" ifade imzalatmışlardı. Bir kıza kaba dayak atmak ne demek? Ya, öğrencisini, eve yollayacak yerde, polise teslim eden Pendik Lisesi yöneticisi Süleyman Yolcu'ya ne demeli?
Nermin, dokuz gün gözaltından sonra DGM savcısının karşısına çıkarıldı. Savcı, Nermin'i getiren polise:
"Ben şimdi cuma namazına gidiyorum, sonra getirin!” dedi mi?
Nermin, sorgu yargıçlığında, hakkındaki savları reddetti mi?
Biz ne biçim bir toplum olduk? 16 yaşındaki kız çocuklarına cezaevlerini, tutukevlerini uygun görüyoruz; Gülay Beceren'i yatalak yataklara çiviliyoruz. Koyunlar gibi evlere kapanıp sayılıyoruz da; "Bu son, bir daha böyle sayılmayacağız!" diye teselli buluyoruz. Sayım günü Kızılay'a çıkıp "Bizi hapsedemezsmiz, protesto ediyoruz; ev hapsini kabul etmiyoruz!" diyemiyoruz. Bunları neden yapamadığımızın nedenleri açık. Bunları hazırlayanlar. Köy Enstitüleri’ni kapattılar. Türkçe ezanı Arapçaya çevirdiler. "Kitapta yeri var” diye domuz etini yasakladılar. Türbanı yasalaştırmaya çalıştılar. Böyle olacağı belliydi...
Sayım günü, sayım memuru oturanları yazmak için bir eve geldi. Kadın, memuru evin dışında karşıladı;
“Sor memur bey, ne sorarsan yanıtlayayım!" dedi. Memur,
"Adınız, soyadınız?" dedikten sonra ne iş yaptığını sordu. Kadın:
‘‘Ev kadını..." diye karşılık verdi. Memur, evde başka kimse olup olmadığını öğrenmek istedi.
"Kocam var" dedi kadın, "içeride yatıyor...”
"Onun işi nedir? Ne iş yapar?"
‘‘O da ev erkeği!"