Etekteki taşlar...

TGS eski Genel Başkanı, gazeteci Nail Güreli'den seçim nabzı yokladığı Malatya'dan şu telgrafı aldım:
"Perde Arkası başlıklı yazını Anadolu yollarında olduğum için bir gün geç okudum. Birikmiş kutlamalarımı topluca sunuyorum. Türk basınının kulakları çınlasın. Kalemin başka dert görmesin. Malatya'dan sevgiler, saygılar."
Basının kendi kendini eleştirerek, düzeltme yoluna gitmesi isteği, çok kimsede vardır. Bu konudaki çabalar yeni de değildir. Geçmişte, başarılı örnekleri görüldü. Basın Ahlâk Yasası’yla onun yaptırımlarını içeren kurul, Basın Şeref Divanı gerçekten ciddi toplantılar yaptı. Bu toplantılardan birine, Ankara Gazeteciler Sendikası adına katılmıştım. Toplantı İstanbul’daydı. Abdi İpekçi, Basın Şeref Divanı'nın Genel Sekreteriydi. Gündemde, Basın Ahlâk Yasası'na uymayan gazetelerin durumları vardı. Üyeler arasında, anımsadığım Emil Galip Sandalcı da vardı. Görüşmeler sürerken, içeri giren bir görevli, Emil Galip Sandalcı’ya bir zart verdi. Sandalcı, zarfı aldı açtı. Adam gitti. Emil Galip'e gelen zarfın ne olduğunu hepimiz merak etmiştik. Alıp okuduk. Çalıştığı gazetenin sahibinden geliyordu yazı, Sandalcı’nın işine son verildiğini bildiriyordu. Sandalcı hiç istifini bozmadı, toplantı sonuna dek sürdü. Ankara'dan giden Güngör Yerdeş'le ikimizi, genç buldukları için yazmanlığa seçmişlerdi. Gece yarısına dek çalıştık, kararları temize çektik, İstanbul'u doğru dürüst gezemedik.
Orada alınan kararlar bir ölçüde uygulanıyordu. Zamanla tavsadı. Yaptırım yeterli değildi. Cezalandırılan gazetelerin ilanları kesilmiyordu. Bazı gazeteler, açıklamalar yayımlamamakta direniyorlardı...
Basın sendikaları, gazetelerin çalışan kadrolarını bir çeşit denetliyorlardı. Gazeteci niteliğinde, yeterliliğinde olmayan kişilerin çalıştırılmaları halinde, o gazetenin ilanı kesilebiliyordu. Gazeteler, sendikadan çalıştıracağı kişinin, gazeteci olup olmadığını, çalıştırıp çalıştıramayacağını soruyordu. Sendika da, "gazetecidir" ya da "değildir” diye yanıt verme durumundaydı. Böyle bir yanıt yüzünden az kaldı canımdan oluyordum...
Bir genç için, "gazeteci değildir” diye yanıt vermişiz. Yıllar sonra karşılaştığımızda bana şunları söyledi:
Benim için yazıyı senin yazdığını öğrenince, seni öldürmeye karar verdim. Epeyce izledim, ancak fırsat bulamadım.
Bir başka arkadaş da şöyle dedi:
Sen gazeteci olmak istiyordum, neden “hayır" diye yazdınız?'
Neden gazeteci olmak istiyorsun? Başka bir iş tut.
Kokteyllere gitmek, elimde kadehle bakanlarla konuşmak hoşuma gidiyor, yanıtını verdi...
TRT Genel Müdürü Macit Akman’a, bir söyleşi sırasında sordum:
TRT'yi neden örneğin bir BBC düzeyine getirmiyorsunuz?
Oooo, dedi Macit Paşa, senin dediğinin olması için daha bir fırın ekmek yemek gerek.
Buna benzer bir yanıt verdi. TRT de, habercilikte, basından ayrı düşünülemezdi, bunu çok kimse anlamak istemedi...
Konumuz basın yasa tasarısıydı, basın ahlâk yasasıydı, nerelere gittim? Şimdi basın için, yazarlarımız için çok önemli saydığım iki noktayı vurgulamak istiyorum: Basın Yasa Tasarısı, Yüksek İhtisas Komisyonu'na geldi. Komisyon ivedi çalışmaya başladı. Türkiye'deki basın kuruluşundan, Danışma Meclisi'nden geçen yasa tasarısı üzerinde yeniden görüş bildirmelerini istedi. Tasarıyla, eklerinden bir örnek Cumhurbaşkanı Evren’e yollandı. 8 kuruluş, bu ayın 17’sine dek, görüşünü Konsey İhtisas Komisyonu'na bildirecek, ünümüzdeki 7 gün, basın için son bir hafta demektir.
Tasarıda ilk göze çarpan, para cezalarının artması geliyor gibi; ama değil. Gerçekte, daha önceleri çıkan bir yasayla, tüm yasalardaki para cezaları, paranın değer yitirmesi göz önünde tutularak yeniden düzenlendi. Türk yasalarından 160’a yakınında para cezaları var. Cumhuriyetten önce çıkan yasalardaki para cezaları 150 kat arttı. Cumhuriyetten 31.12.1939'a dek çıkarılan yasalardaki para cezaları 90 kat arttı. 1950'lerde çıkan yasalardaki para cezaları da 30 katına çıkarıldı. Basın yasasında bu cezalar olmasa da, çıkan o yasayla arttırılan cezalardan basının kurtulması olasılığı yok.
Ancak, şu düşünülemez mi? Para değerinin düşmesi gerekçesiyle, para cezaları artırılıyor da, anlayamadığım, özgürlüğü bağlayıcı cezalardan bazıları neden artırılıyor? Mahpusluk da mı değer yitirdi? Özgürlükler de mi değer yitirdi?