Eski Paltolu Adam...

Sermet Çağan’ın "Savaş Oyunu” adlı oyununu oynayan DTCF’li öğrenciler, yurtdışında bir tiyatro yarışmasına katılacaklardı. Oyuncular, iyi hazırlanmışlardı. Dışişleri Bakanı ya da yetkili Haşan Esat Işık; Dışişleri Bakanlığı da, öğrencilerin çeşitli giderlerini karşılayacak. Gençler sevinçli. Bir ara, saymanlık işlerinden sorumlu bir dışişleri görevlisi, Hasan Esat Işık’ın yanına çıkar:
—Efendim, der, biz bakanlık olarak bu oyuna para veremeyiz!
—Neden?
—Efendim, oyunda Nâzım Hikmet’ten dizeler var!
—Varsa ne yapalım canım; Nâzım Hikmet bir Türk şairi, bir Türk şairinin şiirlerinden bir piyeste parçalar olmasının ne sakıncası olabilir? Kararı verdik, siz gençlerin paralarını hazırlayıp ödeyin!
Görevli memur:
—Başüstüne efendim! der, çıkar...
Olay, 1965‘lerde geçmişti sanıyorum, belki biraz daha sonra. Prof. Özdemir Nutku, oyunu sahneye koymuştu. (O zaman Prof, falan değil Nutku. Gençler Erlangen’de oynadılar, ikincilik alıp döndüler.
Nâzım'm oyundaki şiiri “Münihli Hans Müller''di..
Faşizme karşı bir şiir, Hitler eleştirisi. Olayı oyunculardan duymuştum. Hasan Esat Işık'a sordum:
—Hasan Bey, böyle böyle bir olay olmuş. Genç oyunculara yardımcı olmuşsunuz. Onlar da, Erlangen'de ikincilik alıp dönmüşler. Sizinle ilgili olanı yazabilir miyim?
Bir çocuk gibi utanmıştı:
—Aman Sayın Ekmekçi, ne gereği var? Görevimizmiş, yapmışız. Yazmaya değmez!
Özdemir Nutku anlattı bir başka olayı; Fransa'da yine böyle bir oyun oynadıkları sırada, Dışişleri Bakanı Hasan Esat Işık galiba, ya da Paris'te büyükelçi, sahneye çocukları kutlamaya çıkıyor, on dört tane elçi de onunla birlikte sahnede!
Hasan Esat Işık, "Ankara Notları”nda savunduğu bir konu geçmişse, hemen arar:
—Sayın Ekmekçi çok naziksiniz, benim için layık olmadığım şeyler yazmışsınız... derdi
Onu bir gördüğümde, sırtındaki eski pardösü gözüme çarpmıştı. Bunu yazınca, eşi Ümit Hanıma:
—Ekmekçi, bizim eski mantoyu yazmış, şunu değiştirsem artık! deyince,
—Tabii, güzel bir palto al... der, Ümit Hanım.
Sonra da gider, ortadireğin alışveriş ettiği bir dükkândan, kendisine bir pardösü alır. “Ortadirekten aldım nasıl" diye sorar. Bu yanıyla Tonguç'a benziyor...
Eşi Ümit Hanım, çok ince, nazik. Süleyman Nazif büyük dayısı. O da, Hasan Esat Işık gibi, aydın bir çevrede yetişmiş. Süleyman Nazif, Ümit Hanımlar'ın Pangaltı'daki evlerinde ölmüş, 56 yaşında. Süleyman Nazif öldüğünde, Ümit iki, üç yaşında var yokmuş. Ama, yine de büyük dayısını anımsadığını söylüyor.
12 Eylûl’den sonra, Hasan Esat Işık, oğlu Yusuf'la ilgili olarak, Mamak'lara taşındı. Haftada bir görüşe izin verilirdi. Yusuf içende üç yıl yattı. Hasan Esat Bey, üç yıl boyunca, oğlunu hep görmek istedi. Orada da eğilmedi. Sıraya girdi, görüştü. Duruşmaları izledi. Yusuflar açlık grevi yaptıklarında, Sabri Yirmibeşoğlu, Hasan Esat Işık'ın evine telefon etmişti; telefona Ümit Hanım çıktı.
—Oğlunuz Yusuf, Mevki Hastanesi'nde yatıyor, görmek istiyorsanız Mevki'ye gidin dedi...
Ana-baba, sayrıevine koştular. Yusuf sararmış, bitkin yatıyordu...
Açlık grevlerine karşı olduğumu bilmeyen yoktur; ama karşı oluşum, ona girişenlerin haksız olduğu anlamında değildir. Gençleri açlık grevlerine iten yöneticiler haksızdırlar. Açlık grevi bir anarşik eylem değil, çaresizlikten doğan bir eylemdir. İnsanın kendi kendine işkence yapmasıdır. Eskişehir Cezaevi’ndeki açlık grevlerine duyarsız kalmamalıdır yöneticiler...
—Aman ne iyi, açlık grevi yapıyorlar; demek ki ölecekler! Biz de beslemekten kurtulacağız diyemezler. Cezaevlerini dolduran gençlerin bu durumu, ülkenin geleceğini karartıyor...
Hasan Esat Işık öldükten sonra, ilgilenir görünenlerin kimi, oğlu Yusuf içerideyken, bir telefon açıp "geçmiş olsun!” dememişler miydi? Böyleydi bu işler...
Eşitlikten hoşlanır, ayrıcalığı sevmezdi.
—Eşitliğin tadına varana, ayrıcalık yavan gelir, derdi.
Bir "Ankara Notları"nda yazmış mıydım? Haaan Esat Beyin asıl adı Hasan Fikret'ti. Esat, babasının adı olduğu için kendi eklemişti. Beylik (resmi) bir işte filan, zaman zaman güçlük bile çıkardı:
—Siz Hasan Esat Beysiniz, oysa nüfus cüzdanınızda Hasan Fikret yazılı!
Esat Paşa, Tevfik Fikret’i çok severdi, bir de Namık Kemal'i. Fikret'i daha çok sevmeli ki, oğluna Fikret adını koymuş; Hasan Fikret demiş...
Haydar Kutlu'yla Nihat Sargın’ın, yattıkları yerden, böyle bir kişiye çiçek göndermelerinden doğal ne olabilirdi?
Hasan Esat Bey, çok ince bir kişiydi. Buluşmalarına dakikası dakikasına uyardı. Bir gün Anadolu Kulübü'nde yemek yiyecektik. Gelmedi, gecikti. Evini arayıp sordum, eşi Ümit Hanım da telaşlandı. Yaklaşık bir saat sonra geldi Hasan Bey; meğer bir trafik kazası geçirmiş, ondan gecikmiş Hasan Bey!