Emekli General, eski Milletvekili Sadık Aldoğan'ın kızı Gönül Ozansü aradı telefonla. Ankara'ya gelmişti. Büroda buluşup görüştük. Yakınlarımdan Yıldız Ecevit de vardı birlikte. Yıldız Ecevit ODTÜ'de toplumbilimci. Gönül Ozansü'ye takıldım:
Sadık Aldoğan sağ olsaydı ne derdi bu durumlara acaba? “Eski hamam eski tas” mı derdi? “Yalnız tellaklar de- ğişti!"
Bir ANAP'lıya bunu söyledim; “Eski hamam eski tas, ama su da yokl" diye ekledi.
Biz gazeteciler, bir yerde, Sadık Aldoğan'a çok haksızlık etmişiz. Adamın adını, ‘‘küfürbaz”a çıkarmışız. Yok, “Sadık Aldoğan yine küfretti”, yok “Eski hamam eski tas" dedi diye sözcüklerini seçip yazmışız, karşımıza zehir zemberek bir adam çıkmış. Sadık Aldoğan'ı yakından tanımadım, gazetelerde okuduklarım kalmış belleğimde. Ben de herkes gibi öyle düşünüp gitmişim. Nahit Saçlıoğlu, yayımladığı “Sadık Aldoğan" adlı yapıtında değiniyor bu yanına da. Sadık Aldoğan öyle küfürbaz biri değilmiş; dobra dobra konuştuğu, bir çeşit, ağzına gelen sözcüğü söylediği için öyle tanınmış gitmiş. O, 1942'den 1965 yılına dek politikayla uğraştı. Nahit Saçlıoğlu'nun anlattıklarına göre en ağır sözcükleri, o da çok kızdığı zaman, kimi politikacılar için söylediği şu sözlermiş:
“İnsan bu adamın yaptıklarına neresiyle güleceğini bilemiyor!"
Nahit Saçlıoğlu kimi politikacılar için "eşşek soyu", "haysiyet fukarası”, "cahil", "hain”, ' korkak" dediğini duymuş. Saçlıoğlu, şöyle diyor:
“Sıradan olmayan her kişinin benimseyip kullandığı küfür ya da hakaret sözcükleri vardır, Vaktiyle Recep Peker’in emir subayı olarak Atatürk'ü yakından tanımak olanağı bulmuş olan Em. Korgeneral Danyal Yurdatapan'dan işittiğime göre Atatürk de çok kızdıklarına ‘Ah anası belli babası yüzelli’ dermiş.” Anayasa Mahkemesi'nin emekli üyesi Nahit Saçlıoğlu şöyle sürdürüyor:
"Aldoğan'ın yaptığı bütün siyasi konuşmalarda elbette bulunmuş değilim. Ne var ki kimi gazeteler yaptığı her konuşmada küfürlerden söz ediyorlardı. Bir gece onlarda bu gazetelerden birini göstererek “Paşam, gene küfretmişsiniz” diye takıldım. "Yalancı keratalar, yazıyorlar işte, yarın konuşmam var. İşin yoksa gel dinle" dedi. Ertesi günü toplantılarına gittim. Konuşması gerçekten sertti, iktidara suçlayarak hücum ediyordu. Fakat içinde küfür yoktu. Ne var ki belli gazeteler ertesi günü küfrettiğini yazmışlardı. Bunları görüp okuduktan sonra kendi kendime, insan gazete haberlerine dayanarak biyografi yazsa ne kadar hata yapacak ve vebal altına girecek diye düşündüm."
Gönül Ozansü'yle konuşurken Almanya'dan gelen Dursun Atılgan, İstanbul'dan gelen Ahmet Aşıcı da var, söyleşiyoruz. Gönül Ozansü'ye:
Sadık Aldoğan sağ olsaydı hapislerden çıkamazdı diyorum; takılıyorum...
Sadık Aldoğan, Menderes döneminde sert konuşmalarından dolayı tutuklandı, hapis yattı. Parasal sıkıntılar çekti. Yıllar sonra Adnan Menderes, kendisine ricacı göndererek ne isteği varsa yerine getireceğini bildirir; Aldoğan gelen elçiye şu karşılığı verir:
Sayın Başbakana söyleyiniz; ilgilerinden ve beni düşünmüş olmalarından dolayı kendilerine çok teşekkür ederim. Hiçbir ihtiyacım olmadığı gibi şahsım ve yakınlarım için de hiçbir isteğim yoktur. Kendisinden beklediğim, memleketi hukuka uygun, partizanlık yapmadan, adaletle yönetmesi, ekonominin kötüye gitmesine neden olan politikasını değiştirmesi, gericilere ve gericiliğe taviz vermekten vazgeçip laikliğe sımsıkı sarılması, bir de Celal Bayar’a uymamasıdır. Bunlar yapılması mümkün ve yapabileceği şeylerdir. Bunları yaparsa yalnız memlekete değil, kendisine de büyük hizmet etmiş olacaktır. Tuttuğu sakat ve yanlış yolda yürümeye devam ederse, dilemem, amma korkarım kendisine de memlekete de çok büyük zararlar verecektir. Bunları bütün kırgınlığımıza rağmen, kendisinden yaşça büyük eski bir dostun uyanları olarak kabul buyursunlar...
Hacı TÖ, zenginliğinin büyük bölümünün, gazetecilere açtığı davalardan gelen paralarla oluştuğunu söylemişti. Böyle zenginlik mi olur? Aldoğan Paşa sen sus!
Sadık Aldoğan'ı anlatıyor Gönül Ozansü; diyelim Sadık Aldoğan kimi paşalara mı kızdı?
Bunlar paşa değil maşa, dermiş. Profesörleri eleştirirken de:
Bunlar Mısır Çarşısı Profesörü! (Mısır Çarşısında baharatları karıştırıp bir şeyler yaparlar ya, öyle!)
Sadık Aldoğan'ın torunu Şadi Ozansü, 12 Eylülde, çalıştığı Marmara Üniversitesi’nden gözaltına alınır, tutuklanır. Asistanlıktan uzaklaştırılır, dört yıl hapis yatar, çıkar.
Emekli General Sadık Aldoğan'ın torunu Şadi Ozansü, 141-142'den yargılanmıştır. O yargılanırken kimi 12 Eylül paşaları gelip, yargıçlarla, savcılarla konuşmalar yaparlar; “Bunları mahkûm edin!" dernek isterler. Şimdi Aldoğan Paşa haksız mıdır, "Bunlar paşa değil maşa" dernekte? Sus Paşa sus!
Güncel konuya geliyorum; Mesut Yılmaz'ın hükümeti kurulacak, ama yaşamı uzun olmayacak. ANAP, Mesut Yılmaz’ın elinde bitecek! Mesut Yılmaz, istifayı kararlaştıran Akbulutçulara karşı "Erken seçime giderim!” diye gözdağı vermiş. Eee, giderse ne olacak? Olacaklar bellidir. Akbulutçularla, Yılmazcılar arasındaki oy oranı farkı, tehlikenin -kendi açılarından- büyüklüğünü gösteriyor. Seyircilerin ise keyfine diyecek yok!
TÜSİAD'ın kokteylinde Hacı TÖ’yü gördüm. Yıllardır ilk kez görüyordum yakından; gülüyordu, ama yapmacık... Kimse Hacı TÖ'yü alkışlamadı!
"Kandırılmış Akbulut!”, kurultay öncesinde 760 delege hesaplıyordu. Hacı Semra Hanım, delege delege dolaşıp oyları Mesut Yılmaz'a kandırmayı başardı! Ancak taban bunu bağışlamayacak, “kandırılmış Akbulut”un yanında yer alacaktı.
İlk olay Ege'de patlak verdi. 17 haziran pazartesi akşamı Selçuk’ta Efes antik tiyatroda Hacı Semra Hanım, Yunus Emre gecesinde konuşurken 12 bin kişilik tiyatrodan tek tük alkış sesi geldi.
Sunucu, “Şimdi sayın devlet büyüğümüzün mesajı okunacak" deyince “yuuuh” sesi tiyatroyu çınlattı...
20 Temmuz 1991, Cumhuriyet