Eşek Dansını Bilir misiniz?

Hasan Pulur, telefonda takılıyordu:
-Ananın seni yıkadığı leğeni günlerce yazdın; arkasından dört gün gözaltına alınanlar tefrika ettin. Ben de üç gün gözaltına alınsam da beni de yazsan!
Hasan Pulur'la takılaşırız, O “Kapı yoldaşım" der, eee, dile kolay, Milliyette dokuz yılımız birlikte geçti...
Ankara Emniyeti’nin alt katında, 12 gün gözaltında kaldıktan sonra çıkan bir öğretmendi. 42 yaşındaydı. 1979'da Kahramanmaraş olayı nedeniyle yapılan öğretmen boykotuna katılmıştı. Son siyasal eylemi buydu. Daha önce tanışmışız, ben anımsamıyorum. O biliyor. İçerdeyken, çok ilgilenmek istedim, işkence ne yapılmamasını diliyordum gönlümden. Gazetede, öteki öğretmen arkadaşlarıyla birlikte adı yayımlandı. Çıkınca şöyle dedim:
-Size sahip çıkamadım, ilişki kuramadım, ama gazetede yazabildiğimizce haberler yazdık...
-Teşekkür ederim:
-Öğrendiğimize göre size işkence filan yapılmış öyle mi?
-Bende öbür arkadaşlarla kıyaslandığında, bir şey yok abi!
-Peki, ne yapıldı?
-Ben size söyleyeyim; iki gün uykusuz, yemeksiz bıraktılar. Beden eğitimi yaptırdılar. Kaslarımız, baldırlarımız patladı!
-Beden eğitimi nasıl yapılıyor?
-Salon gibi bir yerde grup halindeydik. Zorla yaptırıyorlar hareketleri, yapamayanı tekmeliyorlar; şınav çektiriyorlar! (Şınav, yere uzanarak, ellerin, ayakların üzerinde gövdeyi yaylandırma) Bir de "Eşek dansı" denilen bir hareket vardır, askerde yaptırırlardı. Onu yaptırıyorlardı...
-Eşek dansı mı? O nasıl?
-Bir ayak öne atıyorsunuz, eller ensede kenetli; dizinizi yere değdiriyorsunuz; hızla ayağa kalkıyorsunuz!
-Tek ayakla mı?
-Tek ayak üstünde durdurdukları oluyor. (Bu eşek dansım yapamadım bir türlü, bana göre değil!)
-İşkence kimlere yapıldı?
-Elektriğe götürülenler oldu. Ben görmedim, çünkü gözlerimiz bağlıydı. Olayları, sadece duyarak izliyorduk. Yürüyerek götürülenler bile dönüşte yere külçe gibi atılıyordu! “Haydi, bir şeyin kalmaz!" deyip gidiyorlardı. Ya da “Ellerini aç kapa” diye emir veriyorlardı...
-Anlamadım, nasıl "ellerini aç, kapa!"?
-Elektrik şeyinden, cereyandan... Bilekte, avuç içinde, böyle boşluk oluyor, "aç-kapa" yöntemiyle vücuda dalıyor. Şeye kadar, son güne kadar elektrik vardı. Yalnız yılbaşı gecesi biraz rahatladık, (işkenceciler, o gece eğlenceye mi gitmişlerdi? O gece, düzel (normal) cezaevinden gardiyanlar mı gelmişlerdi?) Bir ara falaka başladı. Hücrelerden, hücreler arası konuşmalardan anlıyorduk. “Ayaklarım patladı!'’ (diyordu biri, öbürü karşılık veriyordu: "Gezin, iyi gelir!” İşkenceciler, her işkencede, içlerindeki insanı öldürüyorlardı. Ben insanlığımdan onlar adına utandım!
-Siz onların yüzlerini görebiliyor muydunuz?
-Zaman zaman gördük tabii.. Yalnız işkence yapanlar farklıydı. İşkence yapanlar sekiz kadar erdi!
-Üstlerinde er giysisi mi var?
-Evet, genç, yirmi, yirmi bir yaşlarında erler. Birkaç tanesinin yüzünü gördüm. Gözlerimiz bağlı, ama bağın altından, yerden, paçasından, postallar, askeri giysiler görülebilir. Yani rütbesiz askerdi...
-Emniyet Sarayı’nda oluyor bu?
-Şimdi, bir işkence bölümü var; siyasileri getiriyorlar, işkence bölümünde bu erlere teslim ediyorlar. Erler alıyorlar, işkence yapıyorlar, işkence bittikten sonra, kapıya kadar getiriyorlar, siyasi polise teslim ediyorlar. Siyasi polis getiriyor yanımıza.. Böyle veriyor. Toplam on beş dakika kadar sürüyor bu işkence; gitme, gelme de var. on dakika sürekli işkence. 18-20 esans ya da frekans diyelim, şey yapılıyor, elektrik veriliyor...
-Elektrik uygulandığını nereden biliyorsunuz? Size yapılmamış!
-Bana yapılmadı, ama çevremizdeki insanlara yapılıyordu. Herhangi bir darbe izi yoktu, vurma izi yoktu. Sadece aşağıdan çığlıklar geliyordu. Ve...
-Aşağıdan mı, yanlardan mı?
-Yanlardan. Yani, yarım metre kadar aşağıdan gibi geliyordu bana. Kapalı bir yerlerden geliyordu. Gelenler anlatıyordu, elektrik olayını, şok olayını. Konuşuyorlardı.
-Siz ne zaman gözaltına alındınız?
-Ben ayın 26‘sında alındım. Sabah saat 05.00’te gelip evden aldılar. Eşim, kayınvalidem, oğlum evdeydiler.
-Kaç kişi gelip aldı?
-Yedi kişi kadar vardılar. DGM savcısının emriyle alacaklarını, arama yapacaklarını söylediler. Aradılar, bir şey bulamadılar.
-Kaç çocuğunuz var?
-On sekiz yaşında bir oğlum, 16 yaşında bir kızım, beş aylık bir oğlum var… Şimdi Mustafa Abi, ben şunun üzerinde duruyorum; İfademde de söyledim. 1979’daki Kahramanmaraş olaylarını protesto eylemi olarak boykota katılmamdan başka bir eylemim olmadı. Elbette, benim de bir siyasal görüşüm var; arkadaşlardan bir tanesi, beni tanıdığını söylemiş. Beni tanıyorsa, bu arkadaşla aynı şeyleri paylaşmak mı gerekir? Anlattıkları olayla (polis, Devrimci Komünist Partisi örgütü ile ilgili operasyon düzenliyor, olay bu) hiçbir ilgim yok. En ufak bir delil yok. Evimde arama yapıldı, çöp bulunamadı. Bir de hemşerim, zavallı bir terzi, yeni dükkân açtı, borç para verdim. Yanıma gelir giderdi, öbürü de Kırşehir’den tanıdığım bir öğretmen arkadaş. Başlangıçta 26 kişi vardı. Yüzlerce kişi girdi, çıktı yalnız. Onlardan hiçbirini tanımıyorum... Bir arkadaşın bana uğraması, birine para vermem; onun her şeyine ortakmışım gibi gösteriyorlar. Ben orada eşantiyon gibi, on bir gün yattım. Bana bir şey sorulmadı. Sürekli olarak görevlilere: "Benimle neden konuşulmuyor? Neden ifadem alınmıyor?" diye soruyordum. “Eğer, anlatacak bir şeyin varsa götürelim, anlat!” diyorlar, yani itirafta bulunmak gibi...
-Savcılıktan bir yazı filan gelmesi gerekir, öyle bir şey gelmedi mi? Neyle suçluyorlar?
-Hayır, hiçbir şey yok! Hiçbir şey getirmediler. Sonunda, bilmiyorum, dışardaki (basındaki) baskılar yoğunlaşınca herhalde, sonunda ifadeyi aldılar...
-Yani, ne diyorlar?
-Siyasete ne zaman başladın? "1968-69 gençlik hareketinde başladım" diye, doğum olayını anlatırcasına başladık. Olaylar geliyor, geliyor, günümüze kadar getiriliyor, tabii getirilecektir de. Arkadaşlardan biri, 500 mark borç para vermiş; “Bu para Almanya’dan ilticacılardan mı geldi? Nereden buldun markı?" diye soruyor; bir taraftan başbakanımız “Hiç kimseye dövizi nerden aldığı sorulmayacak” diyor, “bu markı nereden buldun?” diye soruyor. Her yerde mark var!
-Hücrelerde bayanlar da var mıydı?
-2 numaralı hücrede, Nesibe Beydilli diye bir bayan, Aysel diye bir kız, bir de Sabiha Bektaş vardı, O salıverildi.
-Tuvalete gitme işi nasıldı?
-Haa, o konuda çok titizdiler. Demir kapılı hücrelerimizden, gelenlerin ayak seslerini duyuyor, demirlere vuruyorduk; "Helaya gideceğiz!" diye. Hemen götürüyorlardı. Hücrelere bir şey yapmamızdan çekiniyorlardı. Kokudan onlar da rahatsız oluyorlardı!