Gazeteci-yazar Hagop Sıvaslıyan, Ermeni sorununa çözüm aradığı mektubunda, “tarih sürecinde dostluklar, benzerlikler beşlemiş, devam etmiş, iyi veya kötü günler yaşanmış ve bugünlere gelinmiş. Bu tarihi gelişmelerin bütünü göz önünde bulundurulmalı ve onu gerçekçi bir anlayışla ortaya koyabilmek için olayları çarpıtmadan ve onların kronolojik dizisini bozmadan ele almak gerekir” diyor, düşüncelerini şöyle açıklıyor
“Türk ve Ermeni insanları yaklaşık bin yıldan beri birbirleriyle ve iç içe aynı topraklar üzerinde yaşamışlar. Eskilerde çok mutluymuş bu insanlar. Doğanın kendilerine cömertçe verdiği zenginlikleri kardeşçe paylaşmışlar. Birlikte kültür yaratmışlar. Aynı ezgilere beraberce kulak vermişler, benzer oyunlara beraber ayak uydurmuşlar. Bar çekmişler, horon tepmişler. Ozanlarının dilleri birbirlerine karışmış, sazları aynı telden çalar otmuş.
Bu insanlar belki ayrı dillerde ve ayrı kitaplarla, ama aynı Allaha inanmışlar, ona aynı dileklerle yanaşmışlar her zaman. Şu halde ne olmuş bu insanlara ki bir günden diğerine birbirini boğazlamaya başlamışlar.
İşte konunun düğüm noktası burada. Bu düğümün muhakkak çözülmesi gerek. Ama, tarafların bunu birbirini kötüleyerek değil birbirini anlayarak yapmaları gerekir. Burada tutulacak yolu düşünürken, yakın geçmişe, daha doğrusu olaylardan sonra tutulan yola ve İzlenen politikaya bir göz atmakta büyük yarar vardır.
Türkiye bu konuda 75 yıldır bir politika sürdürdü. Nereye vardı?
Aynı şekilde Ermeniler de 75 yıldan beri iddialarını ısrarla yinelediler. Ne sonuç aldılar? Şu halde artık yeni yöntemlere ihtiyacımız olmalı.
Konuya yaklaşmakta Türk tarafının önemli bir kusuru oldu. Uzun yıllar, anlaşılması güç ve anlamsız bir suskunluk içinde kalındı. Sanki konu bir giz, dokunulmaz bir şey, bir tabu imiş gibi davranıldı, hiç söz edilmedi.
Uzun yıllar bu ülkenin en sorumlu aydınları, politikacısıyla, bilim adamıyla “Türkiye'nin bir Ermeni sorunu yoktur" diye diretip durdular. Nereye varabildik? Üç beş yıl önceye kadar bu tutum içinde bulunanlar bugün aynı şeyi söyleyebiliyorlar mı? Sanırım değil. Biz istesek de istemezsek de sorun ortada canlı duruyor.
Halbuki diğer taraf, yeni Ermeniler yıllar boyu, tam tersine yoğun bir propagandaya girişti. Binlerce kitap yazdı ve yazdırdı. Bu politika ile ilgili zengin bir edebiyat yarattı. Eylemlere başvurdu ve konuyu dünya kamuoyu önüne getirmeyi başardı. Bugün bunun meyvelerini toplamak çabası içinde. Ancak unuttuğumuz bir nokta var; neden bu insanlar devamlı acı ve kötü günlerden söz edip de yüzyıllar sürmüş dostluk, kardeşlik ve işbirliği dönemlerini hiç anmazlar? Birbirimize bu konuyu konuşmak ve tartışmak için muhakkak yaban ellerinde Türk diplomatlarına saldırılar düzenlenmesi veya yeni yeni Senatör Dole'lerin tasarılar hazırlamalarını mı bekleyeceğiz?''
Prof. Sina Akşin, Ermeni sorununa çözüm önerisinde bulunurken, “1. Dünya Savaşı sırasında ve hemen ardından, din ve milliyetleri ne olursa olsun Anadolu'da ölenleri anmak için bir anıt yapılsa ve Türk ve Ermeni halklarının temsilcileri buraya çelenkler koysalar, böylesi bir davranış sorunun çözümü için bir adım olabilir" demişti. Hagop Sıvaslıyan, buna da değinerek şöyle sürdürüyor mektubunu:
"Sayın Prof. Sina Akşin'in "Anıt" önerisine katılmakla birlikte, bunun, sorunun çözümünde veya yumuşatılmasında, pek yüzeysel ve sembolik bir girişim olabileceği kanısındayım. Halbuki artık temelde bazı şeylerin değiştirilmesi gerekmektedir sanırım.
Uzun yıllardır bu konuda konuşan, yazan, düşünen ve tartışan, hele bu yılın şubat ve mart aylarında Amerika'yı baştan başa dolaşıp Türk-Ermeni ilişkilerinin yine son derece gerginleştiği günlerde, ABD Senatosu'nda, Amerika Ermenileri'nin en yoğun ve hareketli bulunduğu Washington, New York, New Jersey, Boston, Los Angeles ve daha birçok başka kentlerde Ermeni basını, parti, kilise ve dernek yetkilileriyle konuyu enine boyuna görüşen ve tartışan Ermeni asıllı bir Türk vatandaşı olarak ve çift taraflı gözlemlerime dayanarak artık şuna inanıyorum:
İki tarafın da bugüne kadar sözünü ettiğimiz konularda tuttukları politika ve eylemlerle olumlu bir noktaya varamadıkları bir gerçek. Geçen zaman dilimi bunu açıkça göstermiştir. Bu nedenle bu yollar, bundan sonra da başarılı olamayacaktır. Kanımca, sorunun yumuşama ve çözümü için bir tek yol kalmaktadır: Tarafların akılcı bir çerçeve içinde inançlı bir diyaloğa başlamaları.
Önerilen herhangi bir diyaloğa alerjileri olan çevreler bulunmaktadır. Kimileri iç politika çekişmeleriyle, kimileri duygusalIıklarına yenilerek, kimileri de dış dünyada kazandıklarını yitirmek kaygısı ile diyaloğa karşı çıkmaktadırlar. Kimileri de konuyu hala anlayamadıkları için bu durumdadırlar
Bu durumda hemen şunu belirtmekte fayda vardır; öngörülen bu diyalog, bazılarının hemen ileri sürdükleri anlamda devlet düzeyinde bir görüşme ve pazarlık olmayacaktır.
İstenen; halkın, senin, benim; bizim, sizin; Ekmekçilerin, Akşin'lerin, Sıvaslıyan'ların, Aybay'ların, Somel’lerin vs. vs.'lerin diyaloğudur.
Konuya bu şekilde yaklaşım, suya atılan bir taşın meydana getirdiği halkalar gibi dairelerini genişlete genişlete iki kıyıya da varabilecek, yüksele yüksele daha yukarıya da sesini duyuracak ve onları da etkileyecektir elbette.
Sözlerimi bitirirken, açıkça şu çağrıda bulunmak istiyorum: Türk ve Ermeni insanlar, aydınıyla, politikacısıyla: yazarıyla, çizeriyle; eğitimcisiyle ve sanatçısıyla; basını, radyosu ve TV’siyle el ele verip bu yüzyılın başında dedelerimiz tarafından bizlere bırakılmış olan bu acı mirası, aynı yüzyılın sonunda, ne yapıp yapıp torunlarımıza bırakmayalım.
Saygılarımla
Hagop Sıvaslıyan (Gazeteci-Yazar)"
7 Haziran 1990, Cumhuriyet