Erdal Bey’le Yemekte...

Erdal Bey'e, Ankara'da Karadeniz Lokantası’ndaki yemekten çıkarken sordum:
Gülmeceyi, mizahı sever misiniz?
Severim, çok severim Aziz Nesin'i okurum.
Size bir domuz fıkrası anlatayım mı? Belki biliyorsunuzdur.
Anlat.
Bana da bir okurum yazdı, Ahmet Hazarfen adında; şöyle: Bir caminin içerisine domuz girmiş. Bunu gören cemaati bir telaş almış. Biri, “Domuzun bastığı yeri kazıyıp atalım,” demiş, öbürü; “İzleri ateşle yakalım” diye eklemiş. Herkes bir başka şey önerirken, yanlarına bir Bektaşi dedesi gelmiş. Belki daha uygun bir çözüm yolu gösterir diye dedeye sorunu anlatmışlar, “Ne yapalım?” diye ondan yanıt beklemişler. Dede kahkaha ile gülmeye başlamış:
Ben sofunun domuzunu bilirdim, ama domuzun sofusunu ilk kez görüyorum demiş.
Erdal Bey:
Fıkrayı biliyordum, ama sonunu başka türlü biliyordum... dedi.
Erdal Bey'in konuşmalarında ince bir gülmece öğesini yakalamak her zaman olası ODTÜ'de rektörlüğü, hocalığı sırasında, öğrenciler “Erdal Bey mizahı” derlermiş. Onu keşfetmişler. Yoksa dersler can sıkıcı olurdu. Sadun Aren'i dinlerken de bunu gördüm. Yemek sonunda pat diye soruverdim.
Erdal Bey, size de yansıyor mu bilmiyorum, işte etkili konuşmuyor, filan diye. Buna ne dersiniz? Gerçi son zamanlarda açıldığınızı söyleyenler de var ama…
Anlıyorum, tabii belirli konuşma şekilleri var. Halk üzerinde daha etkili oluyor. Bunu kabul ediyorum, ama bu her zaman olmuyor...
Siz, politikayı daha da sevdiniz mi? Açılma oradan mı geliyor?
Tabii, bu karakter yapısından gelen bir şey. Böyle soruların cevabını ben zamana bırakıyorum. Tabii, toplantılarda zaman zaman böyle istekler geliyor. Tabii partimizde, her partide olduğu gibi, çok iyi konuşan arkadaşlarımız var. Tabii bu konulara da bağlı, yeri gelince, daha etkili konuşulabilir.
Eskiden meclislerde, kimi söylevciler, güzel de konuşurlardı. Bir konuşmayı kaçırdığımda, arkadaşlarıma sorardım, söylevci ne konuştu diye, “Hoş konuştu, ama boş konuştu” derlerdi. Konuşmada söylenen şeyler de önemli…
Tabii, hem heyecan vermek hem de sorunları iyi anlatmak önemli...
Erdal Bey, son zamanlarda eski CHP’lilerle yemekler yiyor, onlarla konuşuyordu. Bir gün, Milka'da Necdet Uğur, Kemal Güven, Hikmet Çetin, İrfan Özaydınlı'yla yemek yedi. Eskilerin deneyimlerini soruyor, onlar eleştirilerini söylüyorlardı. Kalabalık gruplar halinde, Erdal Bey'i çağırıp konuşanlar da oluyordu. Erdal Bey, şöyle dedi:
Son defa Anadolu Kulübü'nde bir toplantıya beni de çağırdılar. Bayağı kalabalıktı. Yüz kişiden fazlaydı “Maşallah, epeyce kalabalığız, umarım” dedim, “Yalnız Anadolu Kulübü'nde değil, Anadolu'da da kalabalığımız böyle artıyordur...”
Günlerden cuma, o gün Adana'ya gidecek Erdal Bey, ben de Adana’da yapılacak ikinci bölge toplantısını izleyeceğim. Gezi öncesi, yemekteyiz. Erdal Bey, laiklik konusundaki son tartışmaların iktidarı hayli zayıflattığı görüşünde. Bu nedenle, bir erken seçimi olasılık dışında görmüyor. Konu laiklikten açılmışken, ona İsmet Paşa ile ilgili bir anımı anlattım. Olayı bilmiyormuş, 1969'lu yıllardı, Afyon'un bir ilçesinde, yoldan geçerken, o zamanki AP’liler, İnönü'ye köpek kurban etmişlerdi?.. İnönü, olayı görünce çok ürpermiş, bir türlü unutmamıştı. Erdal Bey, babasının laiklik konusundaki bir sözünü şöyle anlattı:
Babamın bir sözünü UNESCO’da da anlatmıştım, belki Adana'da da söylerim: “Biz, demişti, gençliğimizde, bu işler ne olacak diye düşünürken, devletin laik olması gerektiği yolunda kesin bir fikrimiz yoktu. Hatta tersiydi. Anlayışlı din adamları, anlayışlı bir şeyhülislam olursa, pekâlâ şimdiki sistem de devam edebilir, diye düşünürdük. Ama sonra gördük ki eğer siz bu yetkiyi bir defa verirseniz, din adamlarının devletin hangi işlerine karışıp, hangi işlerine karışmayacaklarını, ne karar vereceklerini bilemezsiniz. O zaman yapacak bir şeyiniz kalmıyor. Çünkü, siz ne kadar makul bir şey söylediğinizi sanırsanız sanın, o “Kusura bakma, Kuran'ı Kerim böyle demiyor” diyebilecektir. Onun için, dinin devlet İşlerinden ayrılmasından başka çaresi yoktur, diye tecrübeyle bu yola gittik, karar verdik” demişti...
Erdal Bey, laiklik ilkesine sahip çıkan bir politikacıydı. Bunun başka bir yolu olabileceğini düşünmüyordu…
Cuma günkü Günaydın'da bir manşet vardı: “Milleti ağlatıp kendileri gülüyor” diye. Resim Parlamento Muhabirleri Derneği'nin kokteylinde çekilmişti Meclis Başkanı Karaduman, Turgut Özal, Erdal İnönü, Cahit Karakaş, Hüsamettin Cindoruk, çevredekiler hepsi gülüşüyorlardı resimde Erdal Bey:
Somurtsaydık, o zaman da bunların yüzü bir türlü gülmüyor, diye yazacaklardı, dedi “Tabii, basına saygımız var” diye ekledi.
O kokteylde, Cahit Karakaş yanlarına gelince, Turgut Özal, Erdal Bey'e:
DSP de geldi; dedi Erdal Bey, Özal':
Çok gayretiniz oldu, diye takıldı. Cahit Bey, bu söze biraz bozuldu…
Erdal Bey, ara seçim öncesinde bir yurt gezisinden dönüşte, Turgut Bey'le konuşurken, ona:
Seçim yapmayı düşünüyor musunuz? diye sormuş, şu yanıtı almıştı:
DSP kurulmadan seçim yapmam.
Bu “Ankara Notları”nı, Ankara'da yazacaktım. Konu başka olacaktı elbette. Erdal Bey'in sekreteri Hadiye Hanım'ı, Erdal Bey’in Adana gezisi için aradığımda, laf lafı açtı, sonunda Erdal Bey'le yemek konusu ortaya çıktı. Yazıyı ne yapacaktım? Onu da Adana'da otelde geceyarısı kalkar yazarım, yetiştiririm, dedim. Erdal Bey'le söyleşi fırsatını kaçırmamalıydım. Fıkrayı, yemekte Erdal Bey’e de anlattım. Çok kişi bilir belki, şöyle Başbakanlığı sırasında Churchill, Avam Kamarası'nda konuşmasını yapmaya gidecekmiş. Durakta olan bir taksinin şoförüne:
Boş musun? diye sormuş. Avam Kamarası'na gideceğim...
Değilim, demiş şoför, Çalışıyorum, radyodan Churchill’in yapacağı konuşmayı dinleyeceğim.
Sana iki misli para vereyim, demiş Churchill, beni bırakıver.
Atla, demiş şoför, boşver Churchill'i.