Erdal Bey, ODTÜ günlerini anlatıyordu, şöyle dedi:
Yani, demek istediğim, o dönemde silahlar yoktu, hatta silah araması filan da yapmıştım, "Üniversitede silah olmaz!" demiştim. Vardır o zamanki gazetelerde; arama yapmıştım, ama kendi kendime. Jandarma gelip gidiyordu, ama üniversitede jandarma karakolu yoktu. Gerçi bir jandarma astsubayı hep gelip bakardı, ama bir şeye karışmazdı. Ama işte o dönemde böyle, yürüttük. Başka bir boykot da yine öğrenciler içinde bazı gayretkeşlerin rahatsız etmesine kızan personel boykot yapmak istediler. Rektörlüğe baktım, sekreteri filan çıkarmamışlar. Otobüsler de çalışmıyor. Ne o? Personel boykot yapıyor! Öğrencilere kızıyorlar. Personelin bir sendikası var; öğrenciler bunlara karışmak istiyorlar, o zamanlar 'goşist’ diye tavırlar moda oldu. Bazı öğrenciler, "Biz her şeye karışabiliriz!" diyorlar, demokrasiyi yanlış anlayarak. Onlar da “Siz bize karışmayın. Biz ne istediğini bilen insanlarız. Biz babamızın parasıyla yaşamıyoruz, onun için bize karışmayın!" demişler, ama çok rahatsız olmuşlar, onun üzerine boykota gitmeye hazırlanıyorlarmış. "Rektör de öğrencileri tutuyor!" görüşünde olanlar varmış aralarında. Geldim baktım, öğrenciler toplanmışlar, personel de geldi; rektörlüğün avlusuna ben de çıktım. Orada bir konuşma yaptım. Konuşmayı da kendim oturup yazdım; çünkü sekreter filan gitmişti herkes; baktım, öğrenciler bir tarafta, personel bir tarafta. Hatta, ben çıkınca öğrenciler alkışladılar! “Durun, durun alkışlamayın, ne söyleyeceğimi bilmiyorsunuz!" dedim. Zannettiler ki, onları destekleyeceğim! Ondan sonra şöyle dedim: "Bu manzaradan çok üzüldüm. Bu son derece yanlış bir harekettir. Üniversitenin öğrencileri, öğretim üyeleri, personeli hep bir bütündür; birlikte çalışıyoruz. Üniversiteyi yürütüyoruz, yürüteceğiz de. Öğrenciler, hiçbir şekilde karışmamalı personelin işine. Personelin sendikası var, onlarla konuşuruz rektörlük olarak, öğrencilerin karışması son derece yanlıştır. Öte yandan personelin de öğrencilere karşı vaziyet alması yanlıştır. Böyle büyük gruplar birbirlerine karşı vaziyet alırlarsa, üniversite yürümez."
Personel kalabalık mıydı, kaç kişi vardı?
Herhalde üç yüz kişi vardı. Tabii, onları tahrik etmişler. Ben öyle söyleyince, bir dakikada herkes dağıldı (gülüşmeler). Hatta, saat 9.30 filandı galiba; saat onda da rektör yardımcısını alarak Maliye Bakanlığı'na gidip para isteyecektim; çünkü para da bitmişti. Kurdaş’ın tabiriyle parayı "gıdım gıdım" veriyorlardı. Otomobile atladık gittik Maliye'ye, rektör vekiliyken, işleri yürüttük. Rektör olduktan sonra, o zaman iş değişti, o zaman silahlı insanlar peyda oldu...
Nasıl oldu?
İşte o zamanki öğrenci hareketleri, silahlı hareketler seviyesine geldi. O zaman onlar peyda oldular, Öğrenci Birliği filan, hepsi, o silahların tesirinde kaldılar; onlara karşı çıkamadılar tabii. Onlara karşı çıkacak olan devlettir. Polisti, jandarmaydı, ama onlar karışmadılar. Onlara karşı yalnız bıraktılar. Deniz Gezmiş üniversiteye geldiği zaman onunla ben uğraşamazdım, onlarla uğraşacak jandarmaydı, polisti. Ben kabul etmiyordum hiçbirinin bizde kalmasını, ama onları çıkaracak şey... 0 zaman da söyledim ben, "Üniversitede jandarma karakolu kurulsun" dedim, o seviyede, hatta bütçe görüşmeleri vardı, bütçede söyledim. "Ben üniversitede karakol kurulmasına karşı değilim" dedim.
Kaç yılıydı? 1970?
İşte öyle, silahlı harekete gelince, onu durdurmak için, jandarmanın gelip silahları toparlaması gerekir. Ama öyle yapmadılar. Bir çatışma çıkarıp tam manasıyla hâkim olmak istediler...
Yani, asker, yönetim?
Her neyse, dolayısıyla rektörlüğü o zaman "Bu işi destekliyor!" diye göstermek ve o şekilde kontrol etmek, kendileri açısından daha şey göründü... O bakımdan, bunları anlatmamın fazla bir anlamı yok. Eski hikâyeler ve ben yanlış bir iş yaptığımı sanmıyorum, doğru iş yaptığıma inanıyorum. Bizim amacımız, üniversiteyi özerk bir üniversite olarak yaşatmaktı. Ama özerk üniversite tek başına olmaz; devletin, özerk üniversite anlayışını kabul etmesi gerekir. Bunu kabul etmeyince ne yapsanız, o zaman devletle üniversite mücadele edemiyor...
Peki, bu ODTÜ olayını istismarı önlemenin yolu nedir?
Yoktur!
Din istismarı, komünizm istismarı gibi mi?
Bu, kişinin yapısından gelen bir şey. Her partinin böyle demagojik olarak yıpratılacak yanları var. Zararı yok, ona rağmen başarı kazanılıyor, esas fikir sağlamsa eğer, demagojik suçlamalar sonunda yetersiz oluyor. "Ben, illa ki, o demagojik suçlamaları ortadan kaldıracağım!" diye uğraşmanın bir âlemi yok; iyi niyetli pek çok insan rahatsız oluyor ve istiyor ki, bunlara cevap verilsin. Ben bunlara ne desem bir faydası olmaz!
Siz hiç karşılaştınız mı Deniz Gezmiş’le?
Bildiğim bir şey olarak karşılaşmadım. Bir gün, üniversitede silahlı hareketlerin başladığı bir dönemde, ısı santralından telefon ettiler "Bir öğrenci geldi bize, galiba silahlı" diye. "Peki, geliyorum ben" dedim, yanımda o gün İdari İlimler Fakültesi Dekanı Yaşar Gürbüz vardı; "Gel dedim, bir öğrenci varmış, silahı da varmış! Gidip bakalım..." Gittik, ısı santralına. Santralın müdürü vardı, onun karşısında da genç bir adam, parka var üzerinde... "Ne o, bir şey mi istiyorsun?" dedim, "Yok bir şey!" dedi. "Silahın varmış senin!” dedim, "Yok” dedi. "Arayayım mı?" dedim. “Arayın!" dedi. Ondan sonra, yürüdü gitti o.
Aradınız mı?
Aramadım. "Peki" dedim, onun üzerine. Gitti, ben de çıktım. Ertesi günü. Yaşar Gürbüz geldi, "Yahu, o genç Deniz Gezmiş’miş!" dedi. "Yok canım, nerden biliyorsun?" dedim, "Bana öyle söylediler" dedi. Bilmiyorum o muydu, değil miydi, öyle kaldı. "Deniz Gezmiş'i görmedim" dersem belki doğru olmaz. Çünkü, gördüğüm olay var. Bunun dışında hiçbir şekilde görmedim!
* * *
İlginç bir şey var; çok kişi Deniz Baykal’dan söz edeceği zaman, yanlışlıkla "Deniz Gezmiş" der, sonra düzeltir. Deniz Bey'in SHP’deki "gece yarısı operasyonundan sonra, bunlar yine olmuş mudur, bilmem…
Ancak, Erdal Bey'in yüzü kaç gündür asık; gözlemler, onun çekilebileceği noktanın en sonuna doğru çekildiği yolunda. Bu noktayı da yerel seçimlere dek koruyacağa benziyor. Belli, büyük sıkıntı içinde...
SHP Genel Merkezi, kaç gündür cenaze çıkmış gibiydi. SHP örgütünden protestolar yağdı.
Elime “Türkiye’nin Yapısal Analizi" adlı bir kitap geçti. 1971'de Ecevit’in önsözüyle çıkmış. Tartışmalar 1970 sonunda yapılmış. Orada, Deniz Baykal’ın da bir konuşması var. Bir yerinde şöyle diyor:
"Ortak Pazar'a üye olmamız, bizdeki dışarıya bağlantılı bulunan burjuvazinin bu bağlantısını çok daha sağlamlaştırma anlamına gelir...
Benim anlayışıma göre sınıf partisi ve kitle partisi çatışan iki kavram değil. Kadro partisi de sınıf partisidir, kitle partisi de sınıf partisidir..." (Sayfa, 230).
Buyur, buradan yak!
1 Aralık 1988, Cumhuriyet