Er Koyunun Er Kuzusu

Toplumda, bir çarpıklığı eleştirdiğiniz zaman, şöyle yanıt verirler:
- Canım, o da toplum kesitinden bir parça; toplum nasılsa, o da öyle olacak! Üzme tatlı canını…
Fransızların şöyle sözleri var: «Tel Grain Tel Pain» (Bu buğdaydan bu ekmek olur.) Bir benzeri sözleri de şöyle: «Tel Maitre Tel Valet» (Böyle efendinin böyle uşağı olur, efendisi ne ki çırağı ne olsun); bir başkası: «Tel Tere, Tel Fils» (Böyle babanın böyle oğlu olur, er koyunun er kuzusu olur.)
Bizim dilimizde de, benzeri anlatımda sözler var; örneğin:
- Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al… gibi.
İnsanı karamsarlığa sürükleyecek sözler. Anası ne denli çekilmez olsa da, kızı güzel çıkabilir. Neden olmasın?
«Fıkra gerçi biraz Batı kaynaklı ama, yazmak istiyorum» diyor bir okur, şöyle anlatıyor:
«Bir büyük savaştan sonra dünya dümdüz olur. Yani, taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmaz. Günler süren patlamalar, toz-duman dindikten sonra, çok derin bir mağaranın diplerinde bir yerde rastlantı sonucu sağ kalmayı başarabilmiş bir çift maymun birbirlerine korku içinde sarılıp gürültülerin dinmesini beklerler. Sonra ürkek adımlarla mağaranın kapısına gelip, yanyana otururlar. Issız, sessiz dünyayı bir süre seyrederler. Erkek dişisine dönüp, karnını şöyle bir ovalayarak acıktığını söyler. Dişi, bir dakika izin isteyip, mağaranın derinliklerine doğru gider. Az sonra erkeğe:
- Ancak, bu kalmış! diye seslenir.
Erkek, şöööyle bir dönünce ne görsün? Bir elma!
- Hayır! Hayır! diye bağırmaya başlar erkek maymun, hayır! Her şeye yeniden başlamak istemiyorum!»
İki gün öncesinden hazırlattığım bu «Ankara Notları», bugün çıkıyor. 14 mayıs günü. İlginç bir gün. 33 yıl önce yapılan seçimlerde oyumu İstanbul'da genç bir öğrenci olarak kullanmıştım. Demokrasinin salt kazanmak demek olmadığını yıllar sonra öğrenecektim.
İstanbul’da çok kalmadım, pazartesi akşamı uçakla Ankara'ya döndüm. Aziz Nesin’in, İstanbul Beşinci Ağır Ceza Mahkemesinde salı günü yapılan duruşmasını izlemek istiyordum. Sonra, oradan Çatalca'ya Nesin Vakfı'nı görmeye gidecektim. Olmadı, Ankara'dan uzak kalınca, kendimi havada gibi düşünüyordum, doğrusu...
Aziz Nesin, İstanbul Beşinci Ağır Ceza Mahkemesi’nde «Böyle Gelmiş Böyle Gitmez» kitabındaki bir bölümden yargılanıyordu. Duruşmayı, gazeteciler izlediler. Cumhuriyet'ten de arkadaşımız Reha Öz izliyordu. Haber, özetle Cumhuriyet'in 11 mayıs günlü İstanbul baskısında çıktı. Aziz Nesin, duruşmada, kendisine verilmeyen pasaport konusunda şunları söyler:
«... Ben, Amerika’nın İndiana Üniversitesi'nden uluslararası artistik bir toplantı için davetiye aldım. Biletim geldi. Beş ayrı Amerikan üniversitesinden konferans İçin çağrıldım. Ayrıca kalp hastasıyım. Ameliyatım İçin Amerika’ya gitmek istiyorum. Hürriyet Gazetesi’nde benim için 5. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, yurtdışına çıkma yasağı kararı alındı, diye bir haber çıktı. Avukatım geldi, dosyayı inceledi. Onun bana verdiği bilgiye göre, mahkeme böyle bir karar almamış. Mahkeme böyle bir karar aldıysa, tabii almıştır…»
Yargıç. Aziz Nesin’in konuşmasının burasında:
- Hayır, der, mahkememizde böyle bir karar almamış. Yalnız, pasaport kanununa göre, sakıncalı olduğunuza dair bir yazı var...
Aziz Nesin, duruşmada daha sonra şöyle der:
- Eğer böyle bir karar alınmamışsa, ben bir suç duyurusunda bulunuyorum. Bu gazeteye, bu haberi veren kimse sahtecilik yapmıştır. Devlet içindeki kimi kişiler şahsi kinlerini, şahsi garazlarını üzerimde kullanıyorlar. Ve beni hedef yapıyorlar. Amaç bu…»
Bir öğretim üyesi okur, şöyle dedi:
- Ben sizin yazılarınızı, öyle dikkatle okurum ki; yazılarınızı yazarken nasıl bir hava içinde olduğunuzu da düşünürüm!
Bir başka okur da, o bir sanatçı, şöyle dedi:
- Yazıyı şöyle bir okurum; sonra döner tümce tümce okurum. Bitmedi! Sonra, o tümcelerdeki sözcükleri tek tek okurum!
- Eeee, dedim, pes vallahi! Biz, bu denli İnce eleyip sik dokumuyoruz...
Anlayacağınız durumumuz, görücüye çıkan kızın durumundan ayrı değil.
Çok kimsenin de öyle değil mi?
«Ankara Notları»nı çıkarmaya uğraşırken, merdivende Aldıkaçtı’yı gördüm, Bir şey unutmuştu besbelli, eve dönmüştü arabasıyla, incelmişti, rejim yapıyordu. Sordum:
- Politikaya atılıyor musunuz Sayın Aldıkaçtı?
Kekeledi;
Ben öğretim üyesiyim, dedi, öğretim üyesiyim şimdi. Nerde ne olur bilemem ama, öğretim üyesi kalmak istiyorum…
Öneriler vardır tabii...
- Ooooo, çok.
Ne desem?
- Yazıyı çıkarmaya çalışıyorum da, dolaşıyorum..
- Siz güzel yazarsınız canım! dedi. Bana; Döktürürsünüz! demek istiyor gibi geldi...