Kimileyin, "Yazıp çizdiklerimizin bir yararı oluyor mu? Yoksa boşuna mı uğraşıyoruz?" düşündüğüm olur. Bir yararı olduğunu öğrendiğimde sevinirim. 4 mart günü çıkan “Zorla Oruç Tutulur mu?" başlıklı “Ankara Notları"nda, Alaşehir'de Atatürk büstünün bir yıl önce yıkıldığını, bir türlü yapılmadığını yazmıştım. Yazı çıktıktan sonra, büstün yapımına başlanmış, işçiler hani harıl çalışıyorlarmış.
Aynı yazıda, Bingöl'de Sağlık Meslek Lisesi’nde, olup bitenleri yazmıştım. Öğrenciler baskılar altında oruç tutuyorlardı, oruç tutmayanların sayısı otuz kadardı. Onların ölümğ göze aldıkları söyleniyordu. “Ankara Notları”nda olay ortaya dökülünce, oruç tutmayanların sayısı seksene çıktı. Bingöl’den bir mektup aldım, yazdıklarımı doğruluyo; özetle şöyle diyor mektubu yazan:
"Sayın Ekmekçi,
Her gün kahroluyorum, ölüyorum, ülkemin geleceğinden endişe duyuyorum. Atatürk adına yola çıkanların Türkiye'yi nereye getirdiklerim düşününce, çıldırıyorum. Öyle bir ortam yaratıldı ki, herkes birbirinden korkar hale geldi. Zira insanların can güvenliği bile yok. Sözü uzatmadan yazdığınız Bingöl Sağlık Meslek Lisesi'ne geleyim: Aslında, 1986 yılından beri sistemli, ama yavaş bir dinsel eğitim başladı. Ama, son iki yılda her şey çığırından çıktı. Çünkü kale içinden fethedildi. Artık gizliliğe gerek kalmadı, öğrenciler, derste etütlerde ve boş zamanlarında ellerinde Saidi Nursi’nin, Gazzali’nin, Necip Fazıl’ın kitapları, dinsel içerikli dergiler, Fethullah ve Timurtaş'ın kasetleriyle dolaşıyorlar. Bir kısım öğrenciler -özellikle yoksul ve zeki olanlar- cumartesi ve pazar açık olan medreselere götürülüp beyinleri yıkanarak militan yetiştirilmekte. Nurculuk ve Hizbuliahçılık serbest olarak yapılmaktadır
Okulda Atatürk'ten söz etmek cesaret ister. Onun için ağıza alınmayacak sözler söylenmektedir. Bunlara göz yumulmaktadır...
Ramazan nedeniyle oruç tutmayan öğrenciye köpek muamelesi yapılmaktadır. 'Oruç tutmayanların, namaz kılmayanların kafalarının kesilip çöplüğe atılması gerekir’ denilmektedir, ilerici öğrenciler dövülmekte, sövülmekte, en kötü insan yerine dahi konulmamaktadır, Akşamlan dışarıdan imam getirilip, okul mescidinde -aslında camidir- teravih namazı kılınmakta, sahurda yüksek sesle ilahiler çalınmaktadır. Cuma günleri son dersler yapılmamaktadır. Oruç için akşamları iki etüt- den biri, sabahki ise tümüyle kaldırılmıştır.
Okul kütüphanesine, demirbaş defterinde olmayan bini aşkın kitap, (malum çevrelerden) bağışlanmıştır. Kandil gibi gecelerde, mescitte toplantılar yapılmaktadır. Ben o kitapları okuyunca, insanlığımdan utanıyorum. Körpecik beyinler kinle beslenmektedir.
Bir kısım öğrenciler, aileleriyle bağlarını tamamen koparmışlar, yarı ve ara tatillerinde, medreselerde barındırılmaktadırlar...
Sayın Ekmekçi, bugüne değin olduğu gibi bundan sonra da kaleminizin tüm insanların özgürlüğü ve mutluluğu için yazacağına olan inancım tamdır.
En derin saygılarımı sunarım. "
Aydın Engin, Elazığ-Tunceli-Erzincan-Erzurum illerini dolaşıp döndü. Alevilerin, Kürt-Alevilerin yoğun olduğu illerde, dinsel baskılar daha azmış, örneğin, bir Elazığ'da, Erzurum benzeri dinsel baskı yok gibiymiş.
Kırşehir’de bağnazlığın izi yok desem yeri, insanlar öyle hoşgörülü ki Uğur'u anlatırken, Uğur'un "Sen dört ayaklı domuzları yazıyorsun, ben iki ayaklıları" sözünü andım. Nasıl alkışladılar, görmeliydiniz. Onlara Bektaşi fıkraları anlattım. Hacıbektaş orada değil mi? Nevşehir'e bağlı ama, Kırşehirliler, Hacıbektaş'ı kendilerinden bellerler. Yunus Emre'nin gömütünün Kırşehir'de olduğunu saptamışlar. Yunus Emre günleri burada da düzenleniyor..
Cuma sabahı, İstanbul'a Emil Galip Sandalcı'yı uğurlamaya gittik. Mahmut Tali Öngörenle. İstanbul’da Teşvikiye Camisi'nde gördüklerim ilginçti. Cami avlusu kalabalık mı kalabalık. Emil'in tabutunun üzerinde, öyle Arapça marapça yazılı bir örtü ne yok; sade bir örtü var.
Yakın dostlarından biri, sayrıevine Emil'in cenazesini almaya gittiğinde, oradaki imam:
Yıkanacak mı? diye sormuş...
Elbette! yanıtını alınca, rahatlamış.
“Emil" adını, ona ailenin yakınlarından olan, çok seven, yazın adamı ozan Ali Ulvi Elöve (1881-1975) önermiş. Emil’in karşılığını sözlüklerde bulamadım. Ömer Asım Aksoy’a sordum.
Şemsettin Sami’de, Ferit Devellioğlu’nun sözlüğünde yok. Yalnız Mütercim Asım, Arapça'dan çevirdiği sözlükte “Emil’in karşılığının "uzun kum yığını" anlamına geldiğini yazıyor. Bir de "Tarama" dergisinde, Emil "nüve" (çekirdek) diye geçiyor.
Emil Galip yakınlarına adının "metanet" yani dayanıklılık anlamına geldiğini söylermiş. Bir de "yumuşak” anlamına gelirmiş ki Emil sinirlendiği zaman "Adın da yumuşak sözde" diye takılırmış yakınları.
Emil Galip, öylesine dürüst, alçakgönüllü bir kişiydi ki ben insan onuruna böylesine saygılı az insan gördüm. Evine gelip hırsızlık yapan biri bile, ikinci kez elini kolunu sallayarak girebilirdi eve; hiçbir şey olmamış gibi.
Cami avlusunda tutucu kişiler, "Müslümanlıkta alkış yok" diye bağırdılar. Bizonlara aldırmadan, Emil'i alkışlarla uğurladık. Emilleri yaşatacağız...
16 Mart 1993, Cumhuriyet