Elma, Dalından Uzağa Düşmez...

Ozan Metin Demirtaş’la Mülkiyeliler Birliği’nde buluşacaktık. “Ankara Notları”nın çatılması, uzun sürdü: Azıcık geciktim galiba. Vardığımda, kalkmak üzereydi, hazırladığı notu verdi, şöyle diyordu:
“...Doğal olarak eskisi gibi ‘rahvan’ gidemiyorum. Kulakları çınlasın, Ataol, benim hızlı yürümemden illallah derdi. Antalya’ya her gelişinde bu yüzden dalaşırdık. Eski bir şiirim:
“…………………………………….
Şimdi koparsa iplerini
Kaçsa bu ıvır zıvır şeyler limanından
Kaçamıyor...
Çocukları...
Ayağının çiçekten prangaları.”
diye biterdi. Şimdi buna bir de plastikten ağır-hantal bir protez eklendi. Bu yüzden buralardayım. Protezden rahatım yok, kusurlarını onartıyorum.
Size köyüm Akçay’dan (Elmalı’nın bucağı, yükseklik 1.280, yayla) birkaç elma bırakıyorum. Bu yıl ihracatçılar, Ege’de üzüm üreticilerini, Akçay — Elmalı Ovası’nda da elma üreticilerini kelimenin tam anlamıyla mafettiler; gereksiz gerekli rekabetle Irak’a elma ihracatında fiyatı düşiirdüler. Geçen yıl 150 TL, olan ihraç fiyatı bu yıl 67 TL. Düşünün en çok beş firma anlaşıp belli bir fiyat politikası tutturamadılar. Zarar ülkeye ve köylülere oldu. Elma ucuz ve ağır gitti. Üretici, elmanın parasının alınıp alınamayacağından da kuşkulu. Elmaya ait sorunun boyutları geniş. Görüşiirsek, oturur konuşuruz. Yığınla sorun içinde bir küçücük sorun. Bu işler böyle giderse, bir gün ülkeye milyonlarca döviz kazandıran elmanın kesilip odun olduğu ve yeniden eski üretimlere dönüldüğü görülebilir, görülecektir.
Elmalı — Akçay ve çevre köyleriyle yıllık üretim 50—80 bin ton. Ve dünyanın en kaliteli elması buralarda yetişir. Elma her yıl doğrudan, İran — Irak — Libya’ya ihraç edilir. Yıllarca, bin bir güçlükle yetişmiş ağaçların odun olduğunu düşünün.
“Elma dalından uzağa düşmez” derler ya, ben de kendi köyüm ve köylülerime ait bir sorunu bıraktım, gidiyorum.
Görüyor musun, üç golden elma ile iki starking elmasını nasıl pahalıya getirdim? Yarasın...”
Antalya’lı ozan Metin Demirtaş’a, bıraktığı notu yayınlayacağımı, bu köylerdeki soruna, yetkililerin dikkatini çekmiş olacağımı söyledim. Ekledim de:
— Bu “Ankara Notları” köşesi, babamdan kalmadı. Burası, sorunu olan herkesindir...
Metin Demirtaş, yiğit bir çocuk. Kendi sorunlarını, sıkıntılarını unutup; toplumun sorunlarıyla dertlenen bir aydın, ozan...
Kolay mı, ayağı kesilmiş; protezlerle yaşamak? “Ankara Notları”nda değindiğim Özcan Ensari’nin, yaşamak için savaşımına hayran kalmıştım. Server Tanilli’ye de... Vuranı henüz yakalanmadı.
***
YÖK uygulamaları ile ilgili, sızlanmaları yazıyorum ya, yazdıklarım, olanların yanında devede kulakmış. Bir Hacettepe’de değil, bilim adamlarının sac üstünde tutulmaları. Örneğin, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’nde olup bitenler, kulislerde söylenmekte. Fakültede Prof. İ. V.’in uğraşıp durduğu, A. L. adındaki öğrenci kız, okulu bitirmesine karşın, bir türlü, öğretim üyesine çıkış karnesini imzalatamadı. Bir süre önce, Öğretim üyesi öğrenci olayında kusurlu görülerek, görevinden bir kaç ay uzaklaştırılan öğretim üyesi, Bölüm Başkanı oldu, iyi mi? Rektör Tarık Somer, gerçekte Sevinç Karol’un dekan olmasını istemiyor muydu? Doğramacı’nın isteği üzerine mi benimsedi? Kulislerde, rektörün kimseyle görüşmek istemediği söyleniyordu. Çünkü gelen, dekandan yakınıyordu.
Öğretim üyelerinin, Anadolu'ya gönderilmeleri olayı var ya, bunun da istenmeyenlerin uzaklaştırılması için kullanılacağı söyleniyor. Yasalar, hiç kimseye böyle bir uygulama hakkı veremez.
Anadolu'daki öğretim üyesiz açılmış fakültelerin, üniversitelerin, büyük kentlerdeki öğretim üyeleriyle beslenmeleri çok doğaldır. Ancak, yansızlık, adalet elden bırakılmamalıdır.
Olağanüstü dönemlerde, görev üstlenenler; çok dikkat etmek, kılı kırk yararcasına adaletli davranmak zorundadırlar.
Üniversiteler kulislerinde, “YÖK babaları” deyimi yaygınlaşmaya başladı. YÖK babaları, üniversitelerin özerk olduğu zamanlarda yapamadıklarını, şimdi yasaya da aykırı olarak yapmak isteyenler için söylenmekte. “Artık istatistiğe gerek yok!” anlayışıyla, Prof. Saim Kendir'in ortada bırakılması, tam bir “YÖK babası” uygulaması. Önce, bazı derslerin saatlerini indiriyorlar, sonra da profesöre, “Kaç saat ders okutuyorsun?” diye soruyorlar. “Aaaa dersin, azmış!” deyip, başka yere sürmenin kılıfını bulmuş oluyorlar.
Bu konular üzerinde, yeri gelince duracağım daha...