Geçen hafta çarşamba günü, HBB'de, "Şeytan Ayetleri" konulu bir tartışmayı izledim. Tartışmayı. HBB’den Erhan Akyıldız yönetiyordu. Konuşmacılar, Aziz Nesin ile Abdurrahman Dilipak'tı. Kapalı salonda olmasına karşın Dilipak bereliydi. "Ben şapka giymem, ona karşıyım" demek istiyor. Müslümanlara bir ileti yollamak istiyordu belki de bununla; olabilir. Abdurrahman Dilipak’ın konuşmaları boyunca, Aziz Nesin'i dinlerken neden hep yere baktığı gözümden kaçmadı. Sıkıntılı bir hali mi vardı ne? Konuşmasının bir yerinde şöyle dedi:
Bir başka şeye değinmek istiyorum; özgürlük adına bu tür şeyler yaparsak insanları özgürlükten nefret ettiririz. Yani karısına, kızına, anasına dil uzatmaya kadar varırsa özgürlük, eline kalem alan herkes küfretme hakkına sahip olursa insanlar özgürlükten tiksinir...
Aşağı yukarı böyle dedi. Konuşmasının bir yerinde de şunları söyledi, özetle;
"Şeytan Ayetleri" olayı bana kalırsa, bir fikir ya da sanat ürünü olarak tanımlanması hayli güç bir olay. Kimsenin küfretme özgürlüğü yok ya da özgürlük adına hiç kimse, Hindu mahallesinde inek kasabı açma iddiasında bulunamaz. Karşılıklı toplumsal diyalog, barış, hoşgörü, anlayış, saygıyı yok eden bir ajitasyona dönüşebilir. Türkiye'de şeytana tapanlar var; Müslümanlar, şeytan taşlamaya giderler ve şeytanla hayattan boyunca uğraşır dururlar, şeytanla savaşırlar. Ama şeytana tapanlara kimse dokunmaz. Sanıyorum, ifrat ve tefritten kaçınmak, dengeyi bulmak en doğru olanı. Şeytan Ayetleri olayını ben peygamberimize yöneltilen bir hakaret, hatta ajan provokatil olarak görüyorum Salman Rüşdü’yü. Böyle bir gelişme var... Küfretme, yani peygamberimizin eşlerine haşa fahişelik isnadı ya da Kabe’yi haşa genelev olarak tanımlama, peygamber efendimize çok büyük hakaretlerde bulunma.. Aziz Bey'in kendisinin de, böyle bir dilin kullanılmasını hoş karşılamayacağını sanıyorum...
Aziz Nesin in ona yanıtını vermeden önce, Abdurrahman Dilipak'ın bu sözlerinin kendi eylemine uymadığını belirtmek durumundaydım. Dilipak, öyle diline kalemine pek egemen olan biri değil. Yerinde, bal gibi iftiralar edebilir, hatta gerçek olmayan şeyler yazabilir. İşte örneği: "Argos" dergisinin Nisan 1989 sayısında "Din, İman Vesaire" başlıklı yazısında Dilipak’ın neler uydurduğunu görünce, bu kişinin her şeyi yapabileceğini düşündüm. Bakın, Köy Enstitüleri ile ilgili neler yazmış bu bereli-sakallı barışçı yazar:
"Okullarda cenin bulunmakta ve sağlıksız doğum kontrol yöntemleri yüzünden bazı kız öğrenciler hayati tehlike ile karşılaşmakta idi..."
Bir başka paragraf: "...Köy Enstitüleriyle ilgili bir müfettiş raporunda, Hakkı Tonguç'un 1946 senesinde Düziçi Köy Enstitüsü 'nü ziyaretinden söz edilmektedir. Enstitüde düzenlenen bir içkili toplantı, giderek işret alemine dönüşmüş, kız öğrencilere sarkıntılık vuku bulmuş, hatta bazı kız öğrencilerin göğüsleri açtırılmak suretiyle şarap servisleri yapılmıştır. Bu konuda ilgili tahkikat komisyonunun 62 notu evrakında tafsilatlı bilgiler bulunmaktadır..."
Dilipak, sürdürüyor: “Harf devrimi ile bir gecede bütün okur-yazarların cahil hale getirilmesinin, kitapların yasaklanıp yok edilmesinin ardından insanlara yeni bir kültür aşılanmak isteniyordu. Camilere sıra konularak halkevlerine dönüştürülmek isteniyordu. Köy Enstitüler i'nin halka yönelik kuruluşları da halkevleriydi. Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu da zaman içinde bu çizgiyi tutturdular... Tarih Kurumu, Türk tarihini İslam dışı bir temele oturtmak, Türk Dil Kurum da yeni bir dil uydurmak istiyordu. Ulusal düttürülü, imgeli bir dil bu. ”
Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin bir toplantısına çağırmıştık Dilipak'ı. Nasıl da öztürkçe konuşuyordu. Demek, orada öyle gerekiyordu!
Türkçede bir özdeyiş var: ‘Ele verir talkını, kendi yutar salkımı" derler. Dilipak’ınki tam o biçim!
Aziz Nesin, HBB’nin düzenlediği toplantıda görüşlerini şöyle açıklıyordu özetle:
Bir insan böyle bir kitap yazdı diye, diyelim ki Muhammed'e hakaret etti, küfretti, buna ölüm fetvası vermek doğru mu? Önce bu. Eğer buna bir din, herhangi bir din böyle bir olaydan dolayı ölüm fetvası verebiliyorsa ve bu da mahkeme kararı filan olmadan yapılabiliyorsa, o dinden olan insanların aklı yoktur bence. Ben akılcı bir insanım. Nasıl olabilir yani? Bir insana, bilmem okudunuz mu fetvayı, ben okudum, yazarlar, dünyada birçok ünlü yazarlar, onların yazılarıyla ortaya çıkmış bir kitap vardır, orda fetva var; yalnız Salman Rüşdü’ye idam fetvası vermemiş Humeyni, birde buna katılanlar, örneğin bugün Salman Rüşdü’yü savunan kitaptaki yazarların çoğu -yazarlar da zaten isimlerini vermiyorlar korkudan- onlar da ölüm fermanının içerisine giriyorlar. Nitekim ben, ne o kitabı onaylıyorum, ne o kitabı gördüm, o kitabı bilmiyorum, salt bu yasağa karşı geldiğim için. İran’daki gazete başyazısında. “Cumhur İslami" adlı gazete başyazısında benim de, fetva dolayısıyla idam edilmemi istiyor. Yalnız benim değil. Yine benim tasarım şöyle: Diyorum ki, yazarlar toplanalım, sorumluluğu üstümüze alalım, bu kitabı çıkaralım. O sorumluluğu üstüne alan yazarlar da idama mahkum oldular, sağlığında yazdığı fetva ile. Böyle bir olayı ben kabul edemiyorum. Hiçbir din adına kabul edemiyorum. Bir ar konusudur. Türkiye için de yasağı koymuş olmak, Türkiye'nin onurunu kırıcı bir olaydır...
(Aziz Nesin in. Dilipak’a yanıtlarını gelecek yazıda vermeyi sürdüreceğim.)
22 Şubat 1993, Cumhuriyet