Ekmeğin Ortası...

Kurtuluş Savaşında belleğini yitirmişti. Gençliğinde çok yakışıklıymış da. «Deli Mehmed Ağa» derlerdi ona. Deli, sözcüğünü yüzüne söylemezler, sadece «Mehmed ağa» diye çağırırlardı. Memur evlerine su taşırdı tenekelerle. Yorulmak ne bilmezdi Mehmed ağa...

Savaşta yaralanmış filan değildi. Savaştaki olaydan sonra, sözcükleri bir türlü anımsayamaz olmuştu. Örneğin, «kibrit» sözcüğünü anımsayamaz, ama «Mehmed ağa, kibriti verir misin? » deyince, fırlar kibriti getirirdi. Sözcüğü anımsamak için, çırpınır, en sonunda «cav» derdi. Kibriti yanışıyla anlatırdı. «Cav» dedi mi, kibrit istiyor demekti.

-Ben bilmem tekem, derdi, yapamıyorum!

Yakın köydendi. Babamın arkadaşıydı. Birlikte savaşmış olmalıydılar. Çok saygılıydı babam ona karşı. Biz de severdik...

İlçedeki yüksek dereceli memurlardan biri, İstanbul'da evlenmiş, genç ve güzel gelini getirmişti. Mehmed ağa, onlara da tenekelerle su taşıyordu. Bir gün, Mehmed ağanın gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Genç ve güzel gelin, Mehmed ağa, tenekelerle su getirdiği zaman, üstüne bir şey alma gereğini duymadan, ya çıplak ya da kısacık geceliğiyle kapıyı açıp, tenekeleri Mehmed ağa'dan almıştı. Mehmed ağa'nın gözlerini görünce, gülüp kapıyı kapamıştı. Mehmed ağa, kahvede çevresini alanlara anlatıyordu:

-Aboooov, bi almışlar, bi almışlar, lokurdak lokurdak...

Kahvedekiler, kahkahadan kırılıyorlardı. Arada bir:

-Mehmed ağa, bi daha anlatsana, ne gördün? diye öyküyü yineletiyorlardı.

-Tekem, ben vardım. Açtı kapıyı. Abovvv.. Hiç de bir şey etmiyorlar., (çekinmiyorlar anlamına).

Okuldan ilçeye dönüşümde, otobüsleri bekler, seyirterek babama müjdeyi verirdi:

-Geldi, ekmeğin ortası geldi.

Ekmeğin ortası bendim. Ağabeyim, onun dilinde «ekmeğin büyüğü», küçük kardeşim de «ekmeğin ufağıydı».

Kaymakamı, yargıcı, jandarma komutanı, nüfus memurunu bilir, ancak kendi deyimiyle anlatırdı onları. Mehmed ağa'nın takma adı uzun süre «Lokurdak» kaldı. Takılmalara hiç kızmaz, gülerdi. Kızdığı da olurdu, kendisini küçümsedikleri zaman.

Ankara'da «Evrensel»de, bir süre önce Cihat Özegemen, «İstanbul'dan İnsan Manzaraları» sergisini açmıştı. İki kez gidip gördüm, konuştum. Elim değip yazamadım. Bir ara şöyle demişti Cihat Özegemen:

-Ekmekçi, İstanbul’a gidince bir ekmekçi tablosu yapacağım. Öyle, ağa burnu olmayacak, tabloda kocaman bir somun olacak.

Can Yücel, yine «Evrensel»de kitaplarını imzaladı cumartesi günü. Gittim koca ozan, «Şiir Alayı» kitabını imzaladı. Ne yazmış diye yolda gizlice baktım. Şöyle yazmış:

«Mustafa Ekmekçi denen bu Ekmek'e, bu emeğe, bu güzelliğe.. »

İmza gününde, Yunanistan Basın Ataşesi Sürmelis de vardı. Sürmelis'in oğlu Kosta ile Can Yücel'in oğlu Yeni Haşan, Strasbourg'da bir odada kalıyorlardı. Arkadaştılar. Sadun Aren'in oğlu Haldun da Kosta'nın arkadaşı. Babalarından önce, çocukları tanışmışlardı. Can Yücel, «Kosta'nın babasına» da imzaladı kitabını.

İmza gününde, haberleri soruyorlardı:

-Mehmed Kemal gözaltına alınmış..

-Evet..

-Rıfat Ilgaz da gözaltına alınmış, nerede şimdi?

-Kastamonu'nun Daday ilçesinde. Hastaneye kaldırılmış aldığımız habere göre. Rıfat Ilgaz yıllarca sanatoryumda yatmıştı. Ciğerleri kanama yapmış, iki ay kur gerekiyormuş.

Can Yücel, imza gününe eşi Güler, kızı Güzel'le birlikte gelmişti. İmza günü akşamı İstanbul'a döndüler. Ankara'da kalmadılar..