Ekber'in Yurdunda...

Azerbaycan gezisine, Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın çağrısı üzerine katıldım. Geziye ilişkin gözlemlerimi yazacağım
Aziz Nesin:
Azerbaycan üzerine kitap yazdınız mı? biçimindeki soruma şu karşılığı vermişti telefonda:
Hayır, ben hiçbir Sovyet cumhuriyeti üstüne kitap yazmadım Allaha şükür. Yazmam, yazmam. Yani, öyle gidince, hani hıyarını uzatsa, "Tuzu bende!" diye koşanlardan değilim. Yaşamında 15 gün, Sovyetler Birliğinin bir cumhuriyetine gidip de bütün Sovyetler Birliği diye kitap yazanlar var dolu. Bana kaç kez söylemişlerdir orda. Dostluk Cemiyeti var, ağlayarak, üzülerek, beni oraya şey ederekten "Efendim, siz neden acaba Sovyetler için kitap yazmıyorsunuz, yazı yazmıyorsunuz? Sizden fazla buraya gelen yok! Siz en çok gelen Türk yazarısınız..." Ben de yanıtlıyorum her sefer:
Ben Sovyetler için yazı yazmıyorum, çünkü Sovyetler Birliği’ni seviyorum! Ama Türkiye’yi daha çok seviyorum, onun için de yazmıyorum! Yazmıyorum tabii, benim yazmadığımın nedeni o. Belki bu gerçek sebeple bir kitap yazabilirim.
Nazım Hikmet, Azerbaycan'dan ilk şiirlerinden birini 1922 de Batum'da Mustafa Suphiler için yazmış; adı "Onbeşler İçin". Şöyle:
"Yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz / Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz / Döğüşenler ölenlerin tutmaz yasını.
Yine fakat bir yıldırım zulmeti yırtsa / Sağır gökün koynundaki çanı haykırtsa / anıyoruz göğsünüzün son sayhasını.
Eski cihan, yeni cihan önünde eğil! /Aramızdan birkaç yoldaş ayırmak değil / Her ne yapsan varacağız emelimize!
Karadeniz... bunu duysun derinliklerin / O ateşli göğüsleri delen hançerin / Kabzasını alacağız biz elimize!" (İkinci üçlünün sonunda geçen "sayha" Arapça bir sözcük, "çığlık" demek.)
Sovyetler de yaşadığı sürece. Nazım Hikmet’in en yakın arkadaşı Azerbaycanlı Ekber Babayef’ti. 1979 yılında o zamanki Ticaret Bakanı Teoman Köprülüler’le Moskova’ya gittiğimde Ekber Babayef'le görüşüp tanışmıştım. Deniz Baykal da Babayef’e lokum göndermişti. O gezide Emin Karakuş da vardı. Getirdiğimiz armağanlarla kitaplarımızı verdik. Ekber Babayef, alt kata inip, otelden çıkarken, otel görevlisine armağanları bir bir gösteriyor, bunların kendisine geldiğini anlatıyordu. Bu duruma çok üzülmüştüm. Sovyetter'deki “protokol hazretleri”nin, Ekber Babayef gibi bir yazara davranışı, yaralamıştı!
Ekber Babayef, Nazım’ın ölümünden iki yıl sonra, Nazım’ın tüm yapıtlarını sekiz ciltte topladı. "Nazım Hikmet’in Sanatı" başlıklı yazısının sonunda Nazım'ın şu sözlerini aktarıyordu:
".. Ben hem yalnız kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum; hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler. Hem bir tek elmadan, hem sürülen topraktan, hem zindandan dönen insanın ruhundan, hem kitlelerin daha güzel günler için savaşından, hem bir tek insanın sevda kederinden bahseden şiirler yazmak istiyorum, hem ölüm korkusundan, hem ölümden korkmamaktan bahseden şiirler yazmak istiyorum.
Komünist oldum olalı güzel sanatlardan beklediğim, istediğim şey, halka hizmetleri, halkı güzel günlere çağırmalarıdır. Halkın acısına, öfkesine, umuduna, sevincine, hasretine tercüman olmalarıdır. Sanat telakkimde değiştirmeyen işte budur. Geri yara boyuna değişti, değişiyor, değişecek. Değişmeyeni en dokunaklı, en usta, en faydalı, en güzel, en mükemmel ifade edebilmek için durup dinlenmeden değiştim, değişeceğim."
Nazım’ı olduğu gibi, beni de öyle etkilemiş ki Ekber Babayef, Azerbaycan deyince "Ekber’in Yurdu" diye düşünüyorum. Yurtdışında Nazım'ı nasıl Ekber yaşatmış, ona yoldaş olmuşsa. Türkiye'de de Ruhi Su yaşattı onu türküleriyle. Koca Ruhi sazıyla çalıp söylüyordu:
"Dört nala gelip Uzak Asya'dan / Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan / Bu memleket bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın / Yok edin insanın insana kulluğunu! Bu davet bizim."
Nazım, bu dizeleri 1947'de yazmış. 1949'da yazdığı dizeleriyse şöyle:
"Ben beni bir daha ele geçirsem / -abıhayat içersem demiyorum- / kapılar açılsa bir daha / ben bu haneye bir daha girsem / yaşardım yine böyle kan revan içinde / yine böyle aşk ile sersem / ben beni bir daha ele geçirsem."
Azerbaycan'ın başkenti Bakü adının, Farsçada, "üzerinden dağ rüzgarları esen" anlamına gelen "bad kube'’ deyiminden kısaltılarak türediği sanılıyor. (AnaBritannica, cilt3, sayfa219)
Nazım Hikmet, 1960 Şubatı'nda "Geceleyin Bakü" şiirini yazmış, şöyle:
"Geceleyin yıldızsız ağır denize kadar / geceleyin zifiri karanlıkta / güneşli buğday tarlasıdır Bakü şehri / Tepedeyim / Avuç avuç çarpar yüzüme ışık taneleri / havada rast peşrevi Boğaziçi suları gibi akar / Tepedeyim / uzaklaşır uçsuz bucaksız ayrılıkta / bir sal gibi yüreğim / gider anıların ötesine / yıldızsız ağır denize kadar / zifiri karanlıkta."