Olay, Ankara’da belediye otobüsünde, 23 mayıs perşembe akşamüstü oldu. Olay otobüse binersin binemezsin tartışmasından çıktı. Yolcuyu bindirmek istemeyen, yine otobüste yolcu olan bir komiserdi. Otobüs de tıklım tıklım hani. Otobüse binmek isteyen adam:
Eşim bindi, ben kaldım diye çırpınıyordu. Polis komiseri, yakasından tuttu, aşağıya itti adamı. Yolcular seyrediyorlardı. Adam:
Ben yargıcım dedi, bana böyle davranamazsınız!
Görelim kimliğini dedi komiser. Kimliği aldı, cebine attı. "İn aşağı” diye bağırdı. Yargıç, bir yumruk daha mı yedi ne? Komiser uzaklaşıp gitmişti. O gece, yargıç olayı, hem Yargıtay'daki arkadaşlarına hem de savcılığa yansıttı. Hakarete uğramıştı, davacıydı. Yargıç, Yargıtay'da "İnceleme yargıcı” olarak çalışmaktaydı. Bir başkomiser, yargıcı döven komiseri tutup mahkemeye getirdi. Başkomiser de boksör müydü, neydi; bir zamanlar Balkan Şampiyonu mu ne olmuştu. Nöbetçi mahkemenin yargıcı kararını verdi, komiseri tutukladı. Duruşmadan yeni çıkmışlardı ki dışarıda kapı önünde bir gürültü oldu. Çok kişi silah patladı sandı. Tutuklanan komiser, tabancasını çekmiş bağırıyordu:
Heeeyyyt, üstüme geleni vururum! Ben mahvolmuşum zaten diyordu. Tabancayı da beynine dayamıştı komiser...
Biranda orası darma duman oldu, herkes kaçışıyordu. Yeni adliyenin yüz metrelik koridoru korku filmi yaşadı. Polis amirleri, başkomiserler, komiserin elinden silahını almak için uğraştılar. Biri, üstüne atladı, tabancasını aldı. Komiser, ağlamaya başladı. Cezaevine götürüldü...
Koridoru dolduran adliyeciler, yargıçlar, savcılar savunmanlar tartışıyorlardı. Kimi.
Duruşma salonuna, bir sanık polis tabancayla nasıl alınır diye söyleniyordu. Kimi, heyecanlı bir film seyretmenin zevkini mi yaşıyordu?
Komiseri getiren şampiyon başkomiser, dakikalarca, tartaklanan yargıca dil dökmüş; uğraştaşını kurtarmaya çalışmıştı.
Efendim, affet bunu; bir kere cahillik yapmış demiş, yalvarmaları bir yarar sağlamamıştı. Oysa onun da sorumlu tutulması gerekmez miydi? Belinden, arkadaşının tabancasını niçin almamıştı? Kimi polislerin de adliyede astığı astık, kestiği kestik miydi? Kimi savcılar, polisin ağzına mı bakıyorlardı? Neredeydi eski savcılar?
Yargının bu durumlara gelmesi, Adalet Bakanlığı'nda üst düzeydeki tepişmelerden mi kaynaklanıyordu? Müsteşara, Hacı Semranım'ın yazlık komşusuna sırtını dayayan borazancı başı mıydı?
Adalet Bakanı Oltan Sungurlu'nun "İşkence yasaktır, sakın ha, işkence yaptırmayasınız” anlamına gelen "İnsan Hakları” konulu genelgesi, mayısın ilk haftası sonunda başsavcılıklara yollandı. Genelgeye göre "İşkence uygulaması, Türk toplumunun gelenek ve örfüne başlangıçtan beri aykırı" idi. Gerçi, “Dayak cennetten çıkmadır”, "Hocanın vurduğu yerde gül biter” gibi sözlerimiz yok değildi, ama şimdi bunları anımsatmanın sırası değildi. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nun Türkiye'yi “işkence suçlusu" ilan etmesinden sonra işkence yasağına ilişkin bir genelge zaten gerekli, hatta zorunluydu. Gerçi biraz geç kalınmıştı ama olsun! Bir Konya sözü vardır, iş işten geçtikten sonra yapılan girişimler için söylenir:
Haydi anan, ilik düğme diksin sayalarına der Konyalılar. Saya, ayakkabının tabandan yukarı olan yumuşak bölümüne deniyor ilikle düğmenin, ayakkabı ya da potin dikilirken açılıp dikilmesi gerekiyor. İş İşten geçtikten sonra dikmesi güç demek. Bir de Kilis sözü var:
Kız elden gitmiş, anası vay vay çağırıyor derler. Başka sözler de vardır açık saçık...
Adalet Bakanı Sungurlu, "Duyduk, duymadık demeyin” demeye getirdiği genelgesinde, Anti-Terör Yasası’nın işkenceciyi tutuksuz yargılamayı öngören, ona savunmanlar tutulmasını buyuran hükümlerini de unutmuş görünüyor. İşkence yasağına ilişkin anayasa, yasa maddelerini uluslararası sözleşmeleri sıraladıktan sonra bir yerde özetle şöyle diyor:
"...Yukarıdan beri izah edildiği üzere Türkiye, gerek anayasal ilke ve esaslar ve iç mevzuatı, gerek uluslararası düzeyde Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi üyesi sıfatıyla taraf olduğu statü ve sözleşmelerde kabul ettiği ilke ve esaslar bakımından insan haklarını üstün tutmuş, kişinin temel hak ve hürriyetlerinin idamesiyle İlgili kontrol mekanizmalarını da kabul etmiştir.
Hal böyle iken bir süreden beri ülkemizde insan haklarına saygı gösterilmediği, nezarete alınan kişilere yasal haklarının tanınmadığı, işkence ve fena muamele yapıldığı şeklinde yurtdışında ve yurtiçinde iddialar ileri sürülmektedir. Kanunlarımıza göre suç teşkil eden bu gibi iddia ve şikâyetler üzerine soruşturma yapmakla yetkili mercilerimizin usul ve kanun hükümleri dairesinde derhal tahkikata tevessül etmeleri veya şikâyeti soruşturma ve kovuşturma ile yetkili makamlara intikal ettirilmesi suretiyle ileri sürülen iddialar dolayısıyla kanuni gereğinin yapılması iç hukukumuzun bir gereği olduğu cihetle adli mercilerimizden alınan bilgilere istinaden ileri sürülen iddiaların karşılanmasına çalışılmakla birlikte, bazı ahvalde ülkemizin onayladığı sözleşmelerde üstlendiği taahhütleri çerçevesinde kabul ettiği kontrol mekanizmaları da işlemeye başlamış bulunmaktadır.
Bu itibarla işkence, haysiyet kırıcı cezalandırma veya fena muamele iddiaları karşısında şikâyetin derhal soruşturma ve kovuşturma ile yetkili makamlara intikal ettirilerek süratle sonuç alınması gerektiği gibi suç işledikleri iddiasıyla nezarete alınanların, sorgulanmalarından önce ve sorgulama işlemi yapıldıktan sonra tıbbi muayenelerinin yaptırılması önem arz etmektedir.
Ayrıca işledikleri herhangi bir suç sebebiyle itham edilen, nezarete alınan veya tutuklananlarla ilgili olarak yapılacak soruşturma ve kovuşturmalarda gerek iç hukukumuz, gerek usulü dairesinde onandığı cihetle kanun hükmünde olan anlaşmalarda yer alan hükümlerin amacına uygun olarak uygulanması gerekmektedir.
Sungurlu daha sonra sanıklara soruşturma sırasında savunma yardımı; gözaltı sırasında sanığın savunmanıyla görüştürülmesine ilişkin genelgeleri anımsatmakta, genelgesini de şöyle bitirmekte:
“Bilgi edinilmesini ve yukarıda açıklanan hususlarda uygulamaların en üst düzeyde titizlikle yapılmasını, keyfiyetin yargı çevrenizdeki cumhuriyet başsavcılıklarına ve bilgi edinilmesi yönünden mahkemelere de duyurulmasını rica ederim.”
1839'da Mustafa Reşit Paşa, Gülhane Parkı'nda "Gülhane Hattı Hümayunu"nu okuduğu zaman, konuyu anlayamayan biri yanındakine sormuş:
Anlayamadım, ne demek istedi? Dinleyen karşılık vermiş:
Bundan böyle gâvura gâvur denmeyecek!
Bakanın genelgesinin özeti de şu mu?
Bundan böyle işkence yapılmayacak!
28 Mayıs 1991, Cumhuriyet