Düşman Tatlı Söyler!

Bakü, rüzgâr demekmiş. Edebiyatçılar Birliği Başkanı Anar Resuloğlu:

Biz rüzgâr demeyiz, külek deriz! dedi.

Azerbaycan Meclis Başkanı Resul Bayramoğlu Guliev'ın TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk onuruna, “Gülis­tan” da verdiği akşam yemeğinde, Anar Resuloğlu’nu görün­ce öyle sevindim ki... İki yıl önce, eski Küttür Bakanı Fikri Sağlar'la geldiğimizde arayıp bulmuş, konuşmuştum Anar’la. Anar'ın annesi, babası Nazım Hikmet'in yakın dostlarıydılar. Anar da Nazım'ın dostu oldu. Türkiye’ye son gelişinde, İstan­bul’da onu, Yıldız Sertel’le birlikte katıldığımız Selim Tu- ran'ın cenaze töreninde görmüştüm. İki gün sonra da Anka­ra'da Timurçin Savaş'ın verdiği yemekte bir arada olmuş­tuk.

Gülistan'da, bizim masada Azad Rüstemzade de vardı. Azad'ın babası ozandı. Süleyman Rüstem Nazım Hikmet 1920’lerde Bakü'ye geldiğinde, onu karşılayan, onunla dost­luk kuran kişiydi. Nazım Hikmet'in ilk kitabı, “Güneşi İçenle­rin Türküsü" Bakü'de basılmıştı. Masamızda Azerbaycan Meclisi’nin üç bağımsız milletvekili de vardı. Onlarla karşılık­lı votka kadehlerini kaldırdık; Cindoruk'un “Azerbaycan se­feri" başarılı mıydı?

Burada güzel sanatlara çok önem veriliyormuş. Bakü'de hemen her evde piyano varmış. Resim de öyle; Anar:

Biz, dedi, müziği ve resmi çok seviyoruz; savaşmayı sevmiyoruz, bilmiyoruz!

Anar, anlatıyor:

Bir gün Abidin Dino, Moskova'dan uçakla Zekeriya Sertel'i görmek için Bakü'ye geldi. Havaalanına gittik, karşıladik. Bir gün kaldı, gitti. O ayrılırken Zekeriya Bey çok üzüldü. Bana şöyle dedi:

Sen mutlusun, çünkü kendi yurdunda, vatanındasın. Ben öyle değilim!

Hoş anılar da anlatıyordu.

Sabiha Sertel’le kızı Yıldız partiliydiler, Zekeriya Bey par­tili değildi. Ana-kız ona zaman zaman, "Baba, sen dışarı çık, şimdi partiyi konuşacağız!" derlermiş. Azad Rüstemzade;

Ölmüş babalarımızın anısına da içelim! dedi.

O gün, 27 Aralık anamın ölüm yıldönümüydü. O, kırk yıl ön­ce ölmüştü. Gece ağlamak istedim!

Hüsamettin Cindoruk'a, Bakü'de Mehmet Emin Resulzade Üniversitesinde “fahri hukuk doktorluğu" verildi. Üniver­sitenin rektörü Murtuz Aleskerov da hukukçuydu. Tören ön­cesinde konuklara üniversite hakkında bilgi verdi. Üniversi­tede 12 bin öğrenci vardı. 1200 de öğretim üyesi, yardımcı­sı; 18 fakülteden oluşuyordu. Şimdiye değin 80 bin öğrenci yetiştirmişti. Bunların 10 bini yabancıydı. Üniversitede Alman öğrenci de vardı. Çeşitli fakültelerde 160 Türk öğrenci oku­yordu. Savaşta 20 bin şehit verdiklerini anlattı Rektör Murtuz Aleskerov, 600 de tutsak. 700 yerleşim yeri ise dağılmıştı.

Kafilemizde, halterci Naim Süleymanoğlu da vardı. Çok ilgi gördü. Onu Azerbaycan'ın 1985-86-87 yıllarının 51 kilo­da dünya birincisi olan güreşçi Maheddin Allahverdi ile ta­nıştırdılar. Maheddin Allahverdi’ye sordular;

Serbest mi güreşiyorsun?

-Hayır, Yunan güreşi. (Greko-Romene Yunan güreşi diyor.)

TBMM Başkanı Cindoruk'a "Hukuk doktoru" töreninde, büyük salon hınca hınç öğrenci doluydu. Baktım, onca kız öğ­renci arasında, tek sıkmabaş, başörtülü kız öğrenci yok!

Törenden sonra Rektör Prof. Aleskerov'a sordum:

Hiç başörtülü, türbanlı kız öğrenci yoktu! dedim.

Burası Iran değil! yanıtını verdi. Burada Atatürk ilkeleri, Atatürk devrimleri geçerlidir!

Rektör Murtuz Aleskerov. 75 yıllık üniversitesiyle övünüyor­du, haklıydı. Türkiye Diyanet Vakfı, üniversitede bir İlahiyat Fa­kültesi açmıştı.

Hüsamettin Cindoruk, tüm konuşmalarında “bağımsızlık" ilkesini, Azerbaycan’ın bağımsızlığını vurguladı. “Bağımsızlık" Azerbaycanlıları heyecanlandırıyordu. Şoförümüz Muhtar:

Ben görmedim, belki balalarım (çocuklarım) görecek! di­yor, buna dua ediyordu.

Cindoruk, Ankara'dan ayrılırken, Süleyman Bey. “Onların morali bozuk, onlara moral ver" demişti. Azerbaycanlılar Rus­ya’dan tedirgindiler...

Anar'la Oktay Akbal’ı konuştuk. “Oktay Bey nasıl?"diye sordu. Trafik kazası, birlikte yemek yedikten sonra olmuştu. Oktay Akbal’ın ameliyatlar geçirdiğini anlattım. Olaydan bir­kaç gün önce İçişleri Bakanı Nahit Menteşe Akbal’a telefon etmiş:

Size koruma vermek istiyorum! demiş, Uğur Mumcu ola­yını anımsatmış. Oktay istememiş.

Oktay Akbal’ın dedeleri de Kafkasya'dan Karadağ'dan git­miş. Onlara “Ağabalı" derlermiş, bu sonra sonra “Akbal" ol­muş. Oktaycığıma Bakü’den bir “Geçmiş olsun!" selamı yol­ladım. Aziz Nesin’in yeni serüveni tam Aziz Nesin'lik. Milliyet’e saldırı hiç şaşırtmadı. Ülke güvenlik açısından dökülü­yor. Yılın son haftasında Van'daki uçak kazası, yürekten ya­raladı; görüntülü ve yazılı basın yalan yanlış konuşma metin­leri yayımladı: Onat Kutlar bir patlamada felç oldu. Onat, Cumhuriyetle çıkan bir yazısında “Havada, hiç dinmeyen bir şiddetin ağırlığı var" demişti. Anlayacağınız ülkede durum bombok!

Azerbaycan, 1995 Temmuz ya da Ağustosu'nda seçime gi­diyor. Ama daha ne yapacağını bilmiyor. Muhalefet önderle­rinden eski Meclis Başkanı Müsavad Partisi lideri Kamberov'un yedi yıl hapsi isteniyor. Basma sıkı denetim, yani san­sür var; muhalefet gazetelerinin birçok köşesi, sütunlan be­yaz çıkıyor.

Azerbaycan halkı alabildiğine yoksul. Ülke ekonomik ba­kımdan çöküntüde deniyor. Rüşvet, yolsuzluk gırla gidiyor­muş. Meclis Başkanı Guliev’in yüz milyonlarca dolar varlığı ol­duğu kulaktan kulağa fısıldanıyor. TIR şoförleri, Türkiye elçi­liğinin kapısında kuyruk olmuş, rüşvetten yakınan yakınana. Türk iş adamları rüşvet yüzünden Azerbaycan’da iş almıyorlar mıymış ne? Bir dolar 700-800 manatken, şimdi 5000 manata çıkmış. Varsıllar da varsıl, Türkiye gibi! Lüks arabalardan geçilmiyor. Köylerde, kasabalarda ise halk ekmek kuyruğun­daymış.

Acı-tatlı yazılarla bir yılı devirdik. Bugün yeni bir yılın baş­langıcı. 1995 gönlünüzce olsun mu!..