Durdurun, İnecek Var!.

Musa Uysal’ın, Ardıç Yayınları'nda çıkan “Nereden Ne­reye "kitabına. başka bir gün değineceğim, Riyad Mahlut’un serüvenine de yazının sonunda.

Bu yazıda, iki gazetecinin serüvenini anlatacağım: Biri, Orhan Duru; ınterStar'da haber yönetmeniydi. Bir ara, adı­nı görmez oldum, sonra duydum ayrılmış. Gazetecileri zaman zaman çalıştıkları gazetelerden ayrılırlar; başka ga­zetelere geçerler. Kırk yıldır çalıştığım, yazdığım gazetele­rin sayısı onu geçer. Cumhuriyetten bile ayrılıp yeniden dönmedik mi?

Orhan Duru, iyi bir gazeteci, çalışkan bir emekçi. Öyküle­ri, oyunları var; “Durdurun Dünyayı İnecek Var'" tutulmuştu. Orhan Duru arkadaşım da. Sordum Orhan'a niye ayrıldığı­nı. Ayrıldığı zaman ayda 30 milyon lira para alıyormuş, iyi para!

Abi, çok berbattı yav, saldırgan yayınlar, " Rum çocu­ğu ", bilmem ne. Dayanamadım.

Basın ahlakına uymuyordu, diyorsun...

-E, artık yani...

Medya, tamam da, onun da bir şeylerle bağlı olması gerekir. Gazeteler de öyle; küfredemez kimseye

Şimdi, özgürlük esas tabii, özgürlük güzel bir şey. bir­çok şeylerin ortaya çıkması, birçok gerçeklerin anlaşılması konusunda yararlı oluyor. Ama, şimdi ‘"medya"da öyle bir durum hasıl oldu ki, patronlar savaşıyor birbirleriyle. Ve bu savaş, bizim eskiden Abdi İpekçi geleneğine, bilmem Ecvet Güresin geleneğine, ya da bildiğimiz büyük gazetecile­rin geleneğine uygun biçimde değil; karşı taralı konuştura­rak, tahkik ederek, dengeli biçimde filan değil, çok saldır­gan biçimde, hatta sövgülere varıncaya kadar ve maalesef sadece elektronik basın değil, yazılı basın da böyle..

Elektronik basın mı diyorsun?

Elektronik basın diyorum televizyona: yani radyo, tele­vizyon elektronik basın. Yazılı basın felaket, herkes birbiri­ne küfrediyor Ben böyle bir küfür ortamı, gazeteci olarak yaşamadım Şu ansiklopedi savaşma bak, herkes öbür ga­zeteye sahtekâr diyor. Bu. bir ölçü içinde tutulurdu daima.

Bu saldırganlığı kim getirdi bilmiyorum. Sistem getirdi her­halde...

Demokrasiyle, bir hukuk düzeni ile bağlı olduğunu dü­şünmüyor. "Ben istediğimi yazar, istediğimi söylerim!" diyor. Yanlış mı?

Yooo, istediğimizi yazmalıyız. Ama, bunun üslubu ol­malı yani. Ben bir şey yakalarsam yazarım, sonuna kadar götürürüm. Değil mı? Sen de bulursan yazarsın. Nitekim yazmışsındır. Ama bu. küfür ölçüleri içinde değil de. ger­çekleri yazarak olmalı ve gerçekler de hiçbir zaman küfür etmez.

Sen ne yapıyorsun şimdi?

Ben şu anda evde oturuyorum, öykülerimi yazıyorum. Belki bir oyun yazacağım. Bir yığın dağınık notlarım var. onları toparlıyorum. İstanbul'la ilgili yazılarımı topladım. Yapı-Kredi’ye verdim, onların yayınları var ya. Ve günleri­min büyük bir bolumu de. açılmış davaları izlemekle geçi­yor.

Açılmış davalar mı? Ne davaları bunlar?

SHP’nin açtığı davalar. Engin Ardıç, SHP ye. "Sosyal Hırsızlar Partisi "' demiş. Demiş mı, dememiş mi belli değil, çünkü canlı yayın, kaset yok ortada. Ona benzer bir şey söylemiş; ya da o anlamda mı söylememiş, yoksa "'Böyle giderse sosyal hırsızlar partisi olur’’ mu demiş, o da belli değil. Engin Ardıç'a kızdılar SHP'liler, biliyorsun; Nurettin Sözen'in önderliğinde, genel merkezin de emriyle, 1500- 1600 tane dava açıldı yurdun her tarafından...

Sen de var mısın bu işin içinde?

Bu arada, "‘Haber Müdürü" diye benim için de açtılar

Hayda, "sen kontrol etmedin ” diye mi?

Kardeşim, kontrol edemem ki..

Canlı yayın!

Zaten gidiyorum, savunmamı yapıyorum Buraya şey geliyor, "talimat yoluyla ifade”. Örneğin Anadolu'nun ne­resi? Nizip ya da Gaziantep ya da Hakkâri ya da bilmem nerde dava açılmış, açılan davalar da bir örnek, tek metin.

Biz oraya taşınıyoruz, her seferinde, düşün ben Cihangir'­de oturuyorum, kilometrelerce öteye, kimi zaman Sezer götürüyor beni, kimi zaman bir arkadaş götürüyor. Gidiyo­rum, yargıcın karşısına çıkıyorum, diyorum ki' "Ben haber müdürüyüm gerçi ama, bu yorumlara filan benim karışma­ya hakkım yok, bir ikincisi yorumlar canlı yayın yapılır. Önceden denetlenmesi olanağı yok.” Adam, bilmem ne der orda, ne derse der. "Ben sorumlu değilim” deyip, sıy­rılmaya çalışıyorum. Allahtan, böyle tek tek kişiler dava açamazmış. Örneğin, diyor ki, Nusaybin Sarı Çizmeli Meh­met Ağa; yargıç soruyor: “Sen tanıyor musun, bu Sarı Çiz­meli Mehmet Ağayı?” "Hayır tanımam!". "Peki, bu yorum­da bu adamın adı geçiyor mu?" ‘‘Hayır”, çünkü Engin Ardıç da ortada, kimsenin adını anmadan bir laf etmiş. Yargıçla­rımız, savcılarımız normal olarak, "kovuşturmaya yer ol­madığına'' karar varıyor. İyi ama, istediği kadar desin, gideceksin oraya, ifade vereceksin! SHP de galiba, bir da­va açmış tüzel kişilik olarak; onun dava açmaya hakkı var!

Onda sen de var mısın?

Evet! Bir de Erol Aksoy olayı var; "Rum çocuğu" filan diye. "Ben yokum, benim adımı çıkarın!” dedim. Çıktı, son­ra da ayrıldım!

Gazeteci Güldal Kızıldemir’e yer kalmadı. O da, “Arena için hazırladığı, Riyad Mahluf’la ilgili bir izlence yayımlan­mayınca, 30 milyon lira aylığı bırakıp ayrıldı. 32. Gün'e geç­ti.

Riyad Mahluf hakkında, Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesi, 1’e karşı 2 oyla “adi suçlu” kararı verdi. Başkan Ali Ceylan ile üyelerden Erol Odabaş, Riyad Mahluf’un “adi suçlu " olduğu yönünde oy kullanırken, üyelerden Arslan Ünsal, Riyad Mahluf’un “eyleminin murtabıt suç sayılması gerek­tiği" görüşüyle, karşıoy yazısı yazdı (Murtabıt, 'ilgili' de­mek).