Dünya Tatlısı İnsanlar...

Dr. Niyazi Tunga’dan bir kart aldım, Münih’ten postaya vermiş. Şöyle diyor:
“Şimdi de buralarda gün geçiriyorum. Senin, Paris’te metroda yanlış yola girmen aklıma geldi. Ben de Almanca bilmediğimden ve şu halimden ötürü, evde zaman dolduruyor, televizyon seyrediyorum.
Hani bir, Münih belediye başkanı olsam, bu Almanları buradan atar, biz bize kalınca, “evel Allah” trafiği allak bullak eder, bir gün su borusu diye, başka gün kanalizasyon, bir başka gün de PTT diye yolları kazdırır, çukurları bırakırdım. Özetle bir güzel İstanbul'a benzetirdim. Işıklı kavşaklara bir de trafikçi kor, kırmızı yanınca ara balara “geç”, yeşil yanınca “dur” derlerdi, işte böyle arkadaşım, merhaba...”
Dr. Niyazi Tunga, dünya tatlısı bir adam. İstanbul'da oturur, Ankara'ya geldikçe, buluşur görüşürüz.
Dr. Niyazi Tunga, “Ankara Notları”nı izleyenlerin yabancısı değil. Uzun yıllar Sağlık Bakanlığında üst düzeyde görevlerde çalıştı. Kongo'da uzun süre kaldı. Emekli olduktan sonra, İstanbul’a yerleşti. Öğrendiğime göre, Almanya'ya kız kardeşinin yanına gezmeye gitmiş. Dönüşünde Almanya izlenimlerini öğrenirim artık...
Mehmed Kemal de Dr. Niyazi Tunga’yı iyi tanır. Dr. Tunga, Bakanlıkta, Eğitim Şubesi Genel Müdür Yardımcılığı, Tüberküloz Masası Başkanlığı yaptı. Paris’e gönderildi, bir yıl kaldı. Dönüşünde 27 Mayıs Devrimi olmuştu. Nusret Fişek, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı o yıllar. “Sosyalizasyon” çalışmalarının planları, yasa tasarılarının hazırlanması, savunulması Dr. Niyazi Tunga’nın ve o dönem uzmanlarının sırtındaydı. Yıllar yılı sosyalizasyon çalışmaları tavsatılmasaydı; toplum belki daha sağlıklı olurdu.
Dr. Niyazi Tunga’nın kulağını çınlatırken, yeraltı zenginliklerinin baş savunucusu Tahsin Yalabık’ı unutmam olanaksız. Etibank Genel Müdürlüğü sırasında da, sonra da, özel girişimciler elinde bulunan boraks yataklarının devletçe işletilmesi için çabalarını gözledim...
Yıllar önce, Tahsin Yalabık'la birlikte Kastamonu'nun ilçesi Küre'ye gitmiştim. Yanımızda, o yıllar Etibank'ta çalışan bir de Alman vardı. Adı: Romberg. Jeologdu. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye'ye kaçıp sığınmış; onu önce Niğde’de tutmuşlar, sonra MTA’da, Etibank’ta görevlendirmişlerdi. Romberg, maden arayıcılığı ile görevliydi. Sabahleyin eşeğe biner, azığını yanma alır; dağlara maden aramaya çıkardı. Gözleri keskindi. Taşların renginden, damarlarından, o yerde maden olup olmadığını anlardı. Taşı gözü tuttu mu, eşeğinden iner taşı incelemeye başlardı... Azığına konan haşlanmış yumurtalardan bir gün civciv çıkınca, bir daha yumurta istemedi. Türkçeyi çat-pat konuşuyordu. Madencilerin tümü Romberg'i tanıyorlardı. Takılıyordu müdür:
— Romberg! Artık bizden sayılırsın. Sana, davullu zurnalı bir düğün yapacağım! Romberg karşılık veriyordu:
— Davulun sesi uzaktan hoş gelir!..
Romberg, emekli olana dek Türkiye’de kaldı. Sonra Almanya'ya gidip, kendisi gibi yaşlı bir Almanla evlendi. Romberg’den bir daha haber alınamadı…
Romberg'in işini nasıl sevdiğini, canla başla yaptığını dinlemiştim...
Gelelim maden yasa tasarısına. Uzun süre, basında tartışılan tasarı, Yeğenağa Komisyonu'nda sulandırıldıktan sonra, İktisadi İşler Komisyonu’na “havale” edildi. Şimdi orada...
Celal Sahir Erozan, 1935 kasımında öldü. “Servetifunun” yerine çıkan, “Uyanış” dergisi, ölümünün haftasında Celal Sahir’e geniş yer ayırır. 41 yaşında ölen Celal Sahir için, yazdığı yazıda Ercümend Ekrem Talu, şunları yazar:
“...İnsanlara has olan kin ve infial (darılma) gibi duyguların sönebileceğini, silinebilir olduğunu ben epi uzun ömrümde, ilk defa senin tabutunun arkasında gördüm.”
Falih Rıfkı Atay da şöyle demiş:
“...Cehennem gibi geçen ve zulüm gibi biten hayatında, şevk ve ümit, ona hiç yıpranmayan bir ruh gençliği vermiştir. Eksiklerinden hiç biri ahlâk ve karakter eksiği değildi, inanmadığını söylemez, inandığım saklamazdı. İyi ve doğruydu. Herkesi sevmeye çalışarak inceleyip saflaştığı için, kolay alınıp kırılır bir kalbi vardı.
Onun insanlık değerini en iyi tanıyan, Atatürk olmuştur. Birkaç senenin ıstırapsızlığını, büyük reise borçluydu. Hiç şüphesiz, gözünün son nuru, onun hayatı üstünde sönmüştür.
Eseri hakkında herkes kendi hükmünü verecektir. Fakat onu tanıyanlar. Celal Sahir adında, iyi bir ahlâk, temiz bir kalp, yüksek bir sevgi hatırası anacaklardır.”
Ekim sonunda, İstanbul’da Türkay Erozan adın da bir mühendis öldü. Celal Sahir Erozan’ın oğluydu. Gazetede çıkar ölüm ilanında “herkesçe sevilen iyi insan” diye yazıldı.
Prof. Abdülbaki Gülpınarlı’nın ölüm ilanı da, bir dünya tatlısının gidişini anlatıyordu satır arasında...
Sevgi Soysal, Sabiha Erengönül, kasım ayında göçüp gitmişlerdi aramızdan. Bülent Dikmener'i unutmadım. Oktay Kurtböke'nin babası İsmail Hakkı Kurtböke de kasımda ölmüştü. Geçenlerde, yıldönümü ilanını gördüm Cumhuriyet’te... Gidenlerle, kalanlar arasında ne çok, dünya tatlısı insanlar vardır, bir bilseniz...