Dünya Çamaşır Günü...

Server Tanilli’nin mektubu düşündürücüydü. Tanilli'nin yazdıklarından bazı bölümleri aktarmak istedim bugün. Şöyle diyor Tanilli:
“Beni merak etme. Dah önce de duymuş olduğun gibi, sağlığım da yerinde çalışmalarım da.
Ve yapacak o kadar da şey var ki burada!
Örneğin, şu enstitü kitaplığı işi.
Sağdasın sen yazdın. İlhan ağabey de geçenlerde altını çizdi konunun. Bir kez de ben durmak istiyorum o bahiste. Önemli çünkü.
Kaç tane Türkoloji Enstitüsü vardır yeryüzünde? Taş çatlasa yirmiyi, otuzu aşmaz. Hatır için elli olsun!
Kitap ve dergi olarak bu enstitüleri donatmak. Türkiye'yi izlemede onlara yardımcı olmak kime düşer?
Hangi ülkede kurulmuşsa o ülkeye diye gelir akla önce.
Ama değil, bizim işimiz başta. Çünkü adamlar —İster istemez— kısıtlı bir para ayırıyorlar, bütçelerinden bu enstitülere. Sonra, ne bilirler ne yayınlandı, ne yayınlanmadı Türkiye’de?
Bizim işimiz bu. Ve başta Kültür Bakanlığının.
Üstelik kendimizi tanıtmanın, varlığımızı tanıtlamanın en güzel yollarından biri. Çünkü dünyanın dört bir köşesinden yüzlerce öğrenci geliyor buralara, bizi öğrenmek için. Dilimizi, kültürümüzü, uygarlığımızı.
Kültür Bakanlığı ilgilenmiş mi? İlgilenmiş, ilgileniyor. Bak nasıl?
Geçen ay bir paket geldi enstitüye, bizim Kültür Bakanlığından. Açtım ve yüzüm kızardı. Bekir Sıtkı Baykal’ın hazırladığı —gerçekten değerli— “Peçevi Tarihi” adlı kitap bir yana, bir yığın ipe sapa gelmez şeyler. Hele içinde Atatürk’le ilgili bir kitap var. İki cilt üstelik. Yazan “Seçi” ile yazmış. Düşünebiliyor musun? Daha 19'uncu yüzyılda terkettiğimiz bir yazın biçimini kullanıyor adam. Bu kafa, Atatürk için yeni bir şey söyleyebilir mi? Baştan aşağıya laf salatası yazdıkları nitekim. Ve bir de dergi aralarında: “Milli Kültür”. Evlere şenlik. Hepsi de bakanlık yayını bunların. Tabii, etek dolusu basım ve telif gideri.
Ne yapardın sen olsan? Çöp sepetine atardın değil mi?
Ben de öyle yaptım. Ve işte söylüyorum: Bir daha böyle bir yayın gönderirlerse sepete atmakla yetinmeyeceğim. Teşhir edeceğim.
Kimsenin Türkiye'yi, hem de yabancı bir diyarda rezil etme hakkı yoktur.”
Tanilli kendisine mektuplar gönderen okurlara teşekkür ediyor, yeni yıl için en güzel dileklerini bildiriyor.
Belki belleklerden çıkmıştır, bir yere not edilmemiştir, diye Tanilli’nin Strasbourg'daki Enstitü adresini yeniden yayınlamak istiyorum:
“Server Tanilli,
Insiitut d’etudes Turques,
22 Rue Descartes
67 — Strasbourg — FRANCE”
★ ★ ★
Bu hafta, “Körler Haftası”. Perşembe günü, arkadaşımız Havva Can’la birlikte, Beşevler’deki Körler Ortaokulumda yapılan törene gittik. Orada, santral kursunu bitirenlere belgeleri verildi. Yüzleri nasıl da güleç güleçti çocukların. Sorunlarını, toplumun sorunlarını çok iyi bilmekteydiler. Toplumdaki bozuklukları, belki görmüyorlar, daha önemlisi yaşıyorlardı. Bir genç çok güzel bir şiir okudu, üzün uzun alkışlandı. Konser verdi çocuklar. Onları izlerken, bir eksikliğimi daha anladım, acıma hiç değil, hayranlık duydum bu çocuklara...
Geçen yıl, dünyada sakatlar yılıydı. Türkiye’de bu yeterince değerlendirilemedi. Bilim adamları, aydınlar, varsıllar, yoksullar, devlet, dernekler zaman geçirmeden eğilsinler diye düşündüm bu insanların sorunlarına. Yüzlerindeki gülücükler sönmesin bu çocukların.
★ ★ ★
1980 Nevzat Üstün şiir ödülünü alan, Ali Yüce’nin “Halk Çağı” adlı şiir kitabı, “YAZKO” yayınları arasında çıktı. Atatürk yılında da, Ali Yücel İzmir’de “Dersimiz Bağımsızlık” şiiriyle ödül almıştı.
“Halk Çağı”nı okuyorum. Şiirleri ne güzel. “Dünya Çamaşır Günü” adlı şiir şöyle:
Aldı Asi ırmağı / Bakalım ne söyledi:
Gelin bakın gelin / Görün gözlerinizle / Gülsuyunda yıkanıyor / İskender’in kirli çamaşırları / Geçmeyin üstümden geçmeyin / Sevmedikçe insan insanı.
Gözlerimi ayıra ayıra / Baktım tarihin aynasına / Pamuk değil kav değil / Niçin yanıyor Antakya / Söndüremedim /Ne yana gitti bu sevgi / Gördünüz mü / Ben görmedim.
Banyoya girmeden önce / Soyunmuş Nikatur’un küçük kızı / Ateşten bir yontu gibi dikilmiş yalnızlığın ortasına / Demir bir portakalı soyuyor / Ağzını ısırıyor dişleri / Dadısı biraz geç kalmış da / Hangi cehenneme gitmiş bu cadı / Duydunuz mu / Ben duymadım.
Sesten çiçek yapmışlar / Kulağına koklatmışlar / Düğün değil, bayram değil / Niçin oynuyor Antakya / —Kimse kimseye el değil— / Ya ben niye ağlıyorum / Bildiniz mi / Ben bilmedim.
Aldı on yaşında bir çocuk / Bakalım ne söyledi:
Bırakın laflamayı amcalar / Ankara’nın ortasında / Şu küfeyi kaldırın yürürlükten / Dünya çamaşır gününde / Temiz çamaşır verin sırtıma / Yüzüme gülme verin azıcık / Parayla gülen ablalar.”