Düğünde...

Ölüm cezası verilen adama, «idam sehpası»nda sormuşlar:

— Son sözünü söyle?

— Bu, bana iyi bir ders oldu! demiş...

Başlarından bir sürü olay geçmiş kişileri düşününce, bu fıkra gelir usuma.

Anadolu'da, «İhtiyar» deyimi pek kullanılmaz, onun yerine «Yaşamış» kullanılır. Yaşamak demek, görmek, geçirmek her şeyi bilmek demektir.

Verileceği erkeği yaşlı bulan genç kız, şöyle direnir anasına:

— Ben, ona varmam. O, yaşamış!

Yaşamış kişilerin deneyimi ilginç olmalı. Ama, yaşayan da genç olamıyor ki. Ne çok gençler vardır, yaşamadan sevgilisiyle, ya da arkadaşıyla, bir birahanede karşılıklı şöyle ağız tadıyla bir bardak bira içmeden göçüp gitmişlerdir...

★★★

Dedeman Oteli’nin «Avizeli salonu»nda düğün vardı. Nikah memuru Yılmaz Tokmak, nikah tanıklarına soyadlarını sormadı, şöyle dedi:

— Hepinizin tanıdığı, sayın tanıklara kim olduklarını sormayacağım, adlarını ben söyleyeceğim. Çünkü ikisi de komutanlarımdı.

Biri Başbakan Bülend Ulusu. İkinci tanık Hava Kuvvetleri Komutanı, Milli Güvenlik Konseyi üyesi Orgeneral Tahsin Şahinkaya.

Yılmaz Tokmak’ın yanında oturan yardımcısı, adları yazdı. Tokmak:

— Yalnız yaşlarını soracağım, çünkü bilmiyorum.. dedi. İki tanığın da yaşları, deftere yazıldı. Nikah memuru Yılmaz Tokmak, heyecanlı görünüyordu. Terlemişti.

Sayıştay Başkanı Cahit Eren’in kızı Belgin, Gazeteci - Avukat Suad Abanazır'ın oğlu Can’la evleniyordu. Doğrusu, düğün salonunun «Kabine toplantısı»na benzeyeceğini sanmıyordum giderken. Başbakan Ulusu yerine oturduğunda:

— Oooo, dedi. Bakanlar Kurulu burada!

Ulusu, Baykara, Menteş bir masadaydı. Yon masada. Kocatopçu, Önalp, Esener, Erdem oturmuşlardı. Şahinkaya ile Ulusu karşı karşıyaydı... Konuklar arasında, eski ve yeni Anayasa Mahkemesi Başkanları, eski Meclis Başkanlarından Kemal Güven göze çarpmaktaydı. Ankara Valisi Mustafa Gönül, Belediye Başkanı Süleyman Önder, bir masadaydılar. Çoğu konukların eşleri de vardı. Üç gazeteci, Müşerref Hekimoğlu, Sofu Tuğrul bir aradaydık.

Konya’dan, Kayseri'den gelenler vardı. Konyalılarla, Kayserililerin düğünüydü. «Yeni Konya» gazetesi sahibi Kemal Gücüyener oradaydı. Suad Abanazır, otuz yıl önce Konya'da yayınlanan «Öğüt» gazetesinin Yazı İşleri Müdürüydü. Masamıza geldiğinde, şöyle dedi:

— Ekmekçi'nin ilk yazısı elime geldiğinde, yayınlamayıp çöp sepetine atsaydım, bugün Ekmekçi diye biri yoktu!

Yazı işleri Müdürü Suad Abanazır’la bir yazımdan yargılanmıştık. Jandarmalar ilçeye gelip, durumu bildirdiklerinde, anam telaşlanmış, kardeşime şöyle demiş:

— Ağanı asacaklar! «Uğraşma herkesle» dedim, dinletemedim. Atlı sığmış, itli sığmış dünyaya, sen mi sığamıyorsun?

Haksızlık olmasın, insanlara eziyet edilmesin, memurlar haksız yere oradan oraya sürüklenmesin, diyorduk. Kalemle, yazarak, çizerek düzeleceğini düşünüyorduk yanlışların...

Fıkralar koyuyordum yazılara, atasözleri aktarıyordum. Çünkü bunlar halkın yüzyıllar boyu süzgecinden geçmiş, bizlere kalmış güzel şeylerdi. Nasıl yabana atılabilir, kulak ardı edilebilirdi?

Voltaire'in bir fıkrasını aktarınca, soruşturma açıldı. Fıkradan değil de, yorumundan verildik mahkemeye. Bir şey çıkmadı...

Suad Bey, olayı anımsadı mı bilmem. Yazı İşleri Müdürü olduğu için, başından daha neler geçmiştir kim bilir?

Matematik öğretmenimiz Şevki Tortoş’un kızları vardı düğünde. Konuştuk, öğrencilik günlerini andık. Şevki Tortoş, değerli bir öğretmendi. Kurtuluş Savaşı'nı anlatırdı, zaman zaman:

— Çocuklar, Kurtuluş Savaşında, bir yıl boyunca koltuk değnekleriyle gelen tek öğrenciyi okuttum! O günleri unutmayın.. derdi.

Şevki Tortoş adına Konya’da bir ödül koymuş çocukları. Terkedilmiş ödül sonra, bırakılmış. Yazık olmuş..