Dostluk, Arkadaşlık...

Ömer Asım Aksoy iyileşiyor. Uzun bir süre Ankara’da Trafik Hastanesinde yattı, ameliyat oldu. Şimdi, evine çıktı: İyileşme döneminde. Hastanede, Ömer Asım Bey'e TDK çalışanları, kan vermeye koşup sıraya girmişler. Bu onu çok duygulandırmıştı: TDK’ya kırk yılını veren kişinin emekli olduktan sonra, unutulmaması güzel bir şey.
Ali Sirmen ilk yazısını yazdı. Barış Demeği yöneticileri, salıverildiklerinde, geç haberim oldu. Adalet Ağaoğlu, telefon edip bildirmiş; ona da Emil Galip Sandalcı telefon etmiş. İyi haber de tez duyuluyor demek. Adaleti, sonra Emil Galip’i aradım. Emil Galip,
— Vallahi anacığım, akşam verildi karar, dedi.
— Yarma çıkarlar herhalde?
— Ben de öyle sanıyorum anacığım!
Geçen hafta yıldönümleri haftası gibi bir şeydi, işveren sendikalarının kuruluş yıldönümü. Ardından, Sovyet Cumhuriyetlerinin kuruluşunun 60. yılı, Türk Veteriner Hekimliğinin 140 yılı...
Sovyetler, Cumhuriyetlerinin yıldönümünü on yılda bir kutluyorlar. 1922’de, Cumhuriyetler, bir araya gelebilmiş. Bu yıl da altmışıncı yılıymış. Gerçekte kutlama günü 30 aralıkmış. Ama, aralığın sonunda herkes yeni yılla uğraştığı için daha erkene alıyorlarmış kutlamayı. Sovyetlerin gününde, üst salonda, yüksek rütbeli generaller, salonun karşısındaki üst odada, eski tabii senatörlerle, eski politikacılar, bakanlardan Devlet Bakanı İlhan Öztrak vardı. Ait salon da ana-baba günüydü.
İsmet Paşa, Sovyetlerin önemli günlerindeki çağırılarına kesinlikle gider, kendisine ayrılan koltukta otururdu...
Basın-Yayın Genel Müdürü Necati Özkaner’in yeril, yabancı gazeteciler onuruna Bulvar Palas’ta verdiği yemek de kalabalıktı, dönerli pilav, ortada kocaman bir balık, levreğin yeğeniymiş karadenizli görevlinin söylediğine göre, çeşitli salatalar, börekler, tatlılar, çeşit çeşit içkiler. Yenildi, içildi...
Yeri gelmişken, yukarıdaki yemekle ilgisi yok ama, bir konuya değinmek istiyorum; yabancı gazeteci çağırılıp, ağırlama yıllardır yapılır, yabancı ülkelerden gazeteciler çağırılır, Türkiye’nin turistik yerleri gezdirilir, ağırlanır. Onun da ülkesine döndüğünde, gazetesinde ya da dergisinde, Türkiye'yi övmesi beklenir. Bu beklenen yazılar, çıkar da belki. Haydi, o zaman yeniden çağırılır yazar, gazeteci. “Türk dostu” bilinir...
Dış ülkelerde görev yapmış bir arkadaşım anlatmıştı. Türkiye’den yazılan bir yazı üzerine, çağın yapmak için, ünlü gazetelerden birine gider:
— Böyle böyle, der, bir iki arkadaşının Türkiye’ye çağırmak istiyoruz...
— Hayrola, der yabancı gazetenin yönetmeni, ülkenizde önemli bir olay mı var?
— Yoooo, der bizimki, önemli bir olay yok. Her şey yolunda. Fakat, çağırıp ülkemizi göstermek istiyoruz, yedirip, içirip gezdireceğiz...
— Fakat bizim arkadaşlarımızın ona zamanı yok ki: Önemli bir olay varsa, ya da yetkililerinizden gazetemize bir demeç alabilirseniz, bizim için uçak bileti vermek sorun değil. Gazetemizin mail durumu iyidir. Yemek içmek konusuna gelince, bizim çocuklar bir sandviçle yetinebilirler. Memleketinizde herhalde sandviç vardır.
Bizimki, gazete yönetmeni dostunun yanından kös kös döner...
Ankara’da UNESCO’nun Türkiye Milli Komitesi’nin Genel Kurulu vardı. İlk gün DTCF'nin konferans salonunda toplandılar. Üyeler, salon soğuk olduğu için Milli Eğitim Bakanlığı’na taşındılar. Orada çalıştılar. Tarık Zafer Tunaya, Sami Karaören İstanbul'dan gelmişlerdi toplantıya. Bitişinden önce, bir akşam Kent Otel’de kokteyl verildi. Gittim. Ayrılırken, Sami Karaören otele, Bulvar Palas’a gitti. Cahit Külebi, Rauf İnan’la eşi iffet İnan, birlikle Ferhan Oğuzkan’ın arabasına bindik. Yolda Rauf İnan:
— Bugün, dedi, bizim evliliğimizin kırkyedinci yılı. Ferhan Oğuzkan:
— Oooo, dedi, o zaman bunu kutlamak için haydi bize gidelim.
Ferhan Oguzkan’larda, Köy Enstitüsü yılları konuşuldu. Rauf İnan bir anısını anlattı. Çiftler Köy Enstitüsünde, bir öğrenci öğretmenini tokatlamış, Rauf Bey, okulun müdürü, öğretmen, gelip olayı anlatınca, Rauf Bey işin içyüzünü araştırır, öğrenci öğretmeni tokatlamıştır, bu doğrudur. Ama, öğretmen haksızdır, öğrenci, çalışmaktan yorulmuş; uykusuz okulun çevresinde uzanmış yatarken, öğretmen gelir öğrenciye:
— Niye ayağa kalkmadın? diye çıkışır. Ve bir tokat atar, öğrenci:
— Beni tokatlamaya hakkınız yok. Bir daha vurursanız, karşılık vereceğim, der, öğretmen bir daha vurur!
Bunun üzerine, öğrenci karşılık verir. Soruşturma sonunda, öğretmenin haklı olmadığı kanısına varılır. Rauf İnan durumu, Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç’a anlatır. Genel Müdür, okullara şu genelgeyi yayınlar:
— Öğretmen öğrenciye tokat attığı zaman, öğrenci ona karşılık verirse, öğrenciye ceza verilmeyecektir…
Sonuç ne mi oldu? Öğretmenle öğrenci, dost-arkadaş oldu.