Dostluk

Ankara'da dolmuşlar kaldırıldı. Her şey öylesine düzenli yürütüldü ki, dolmuşlar kaldırılır kaldırılmaz, dolmuş durakları da kaldırıldı. Yine de taksinin şoförüne yanlışlıkla:
— Önümüzdeki dolmuş durağında ineceğim:
— Hangi dolmuş durağında abi, dolmuş durağı mı kaldı?...
Şoför inceden gırgırını geçiyor benimle, belli...
Peki, dolmuşlar kalktı; nereye gitti? Binlerce dolmuş şoförü ne oldu? Herhalde, dinlenmeye çekildi çoğu. Başka ne yapacak?... Atlı arabalar kalktığı zaman, arabacılar ne olduysa, dolmuş şoförleri de öyle olmuştur.
Dolmuşlar kalkınca, olan sade vatandaşa oldu. Dolmuş, bir gereksinimden doğmuştu. Taksiye binemeyen, otobüs bekleyecek zamanı olmayan vatandaşa. Dolmuşlar ne denli sıkışık olsa, otobüslerdeki gibi balık istifi değildi. Uzaktan evine gelen bir bayan tanıdığım:
— Otobüste pestilim çıktı, Mustafa Bey, diyordu. Pestilimi çıkaran da erkek yolcular...
Dolmuşlar kaldırıldığına göre, belediye yeterince otobüs koyabiliyor mu sefere? Ne gezer?... Öğrendiğime göre, EGO'nun yüz otobüsü, şoförsüzlükten garajda beklemekteymiş...
Otobüslerin yetersiz, yerlerin sıkışık oluşu yine de bir şeye yarar sanıyorum. Böylesi sıkışıklıkta dostluklar ilerler, insanlar birbirlerine daha yakın olurlar; düşmanlıkların yerini sevgi, içtenlik alır ne bileyim?...
“Ankara Notları” yazdığıma göre, Ankara' lıların sorunlarını da görmezden gelemem. Gelmiş, geçmiş Belediye Başkanlarının, uzmanlarının çalışmalarını da yakından izledim. Tümüne sevgim var. Şimdiki başkanın neler yapmakta olduğunu, göz ucuyla izlemekteyim. Sık sık huzurevlerine gittiğini, orada yaşlıların sorunlarıyla ilgilendiğini biliyorum...
Belediye, bir yandan da “metro” işine yeniden el attı. Metro konusunda. Belçikalılar çalışıyorlar. Öğrendiğime göre, birinci adım 1990, ikinci adım 2000 yılı. O zaman belki soluk alabilecek Ankara'lılar ulaşım konusunda, örneğin bir, Cebeci-Bahçeli yolu var. Dakikada bir otobüs kaldırsanız, otobüsleri ardı ardına dizseniz, yine duraklarda yolcuların beklediğini görüyorsunuz. Ardı ardına otobüs ne demek?... Metro demek, o zaman, birkaç kat yerin altına inip, metroyu oraya yapmak gerekecek. Gereksinim bu...
Bazı bölgelere çalışan bir de “halk otobüsleri” çıktı. Taşıma, belediye otobüslerinden ucuza mı ne?... Gelgelelim, bilet vermiyorlar yolcuya. Yolcudan biletsiz, para alınabilir mi?... Bu, ince deyimiyle “Vergi kaybı” sayılmaz mı?... Herhalde, bu konuların sıkı biçimde denetimi gerekli...
★★★
“Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü” kurucusu, Andrea Politakis, dün sabah Ankara'dan ayrıldı. Atina'ya döndü. Politakis, Ankara'da yaptığı konuşmalarda, Atatürk'le Venizelos’un başlattıkları Türk-Yunan dostluğunun yaşatılması gerektiğini vurguladı. Politakis'e göre, Yunan basınında da Türkiye'ye karşı yazılar çıkıyordu. Ancak, bunların oranı yüzde yirmiyi bulmazdı. Yüzde sekseni ise, dostluktan, barıştan yanaydı.
Politakis, Göreme'ye gitti, döndü. Yolda “Orhan Ağaçlı” kavşağında yediği yemeği anlata anlata bitiremedi...
Dr. Kemal Köseoğlu, Politakis'le eşini Atatürk Orman Çiftliği’nde Merkez Lokantasına götürdü. Burada, özel tabaklar içinde etli kuru fasulye sunuldu Politakis'le eşine. Lokantanın yöneticisi, Atatürk'ün etli kuru fasulyeyi çok sevdiğini, buraya her gelişinde yediğini söyledi. Paşabahçe'nin desenli, özel tabaklarında sunuluyordu kuru fasulyeler.
Politakis:
— Bakın, dedi, eşim kuru fasulyeyi nasıl sevdiğime tanıktır. Atatürk'ün sevdiği bir yemeği sevdiğime nasıl sevindim anlatamam.
Kuru fasulyeyi iştahla yedi. Ayrılmadan önce, Atina'dan arkadaşı Özgen Acar'ın annesine ziyarete gitti. Kahvesini içti...
Türk-Yunan dostluğunu yıllardan beri destekledim. Küçük polemiklere hiç düşmedim. Basınımız, gazetecilerimiz gönülden isterlerse, bu dostluğun gelişmesine katkıda bulunabilirler.
Atina'ya kaçırılan “Ankara Uçağı”nın yolcularının kurtarılmasında, Yunan makamlarının takındıkları tutum, gösterdikleri çaba. Türk Dışişleri'nce de övüldü, beğenildi. Politakis de konuşmalarında, Ermeni terörünü sert biçimde kınamıştı...
Bu davranışlar, birer adım olamaz mı?...