Dost Mektupları...

Ulus’ta Sebze Hali'nde, Çorumlu Ali Rıza Coşkuner’den sebze, meyve alıyordum. Ali Rıza, yakasında Atatürk rozeti taşıdığı için hoşuma giderdi. İyi bir Cumhuriyet okuruydu.

Abi, ablam ne güzel söylemiş, sen de yazmışsın!

Ali Rıza, "Şevket Süreyya Aydemir den Aysel Kutlu ya Dost Mektupları"ndan söz ediyordu.

Nasıl Ali Rıza, beğendin mi7

Çok güzel abi, güzel olmaz mı?

Cumhuriyetti halk çocuklarının, köylülerin okumasına se­viniyordum.

‘Dost Mektupları'nın başka ilginç yankıları da oldu. Bu arada, eski Alucra Kaymakamı Yaşar Cankoçak'ın sakladı­ğı bir mektup da dünkü yazı dizisinde çıktı. Yaşar Cankoçak, Şevket Süreyya'nın mektubuna eklediği 11 Mayıs 1994 günlü mektubunda şöyle diyordu:

Sayın Ekmekçi.

'Dost Mektupları’ dizinizde karşılaştığım imbiklenmiş coşkuyu hemen tanıdım. 32 yıl önce 'Suyu Arayan Adam'/ okuduğumda, benzerine rastlamadığım o büyük yurtsever­le ben de mektuplaşmaya başlamış; sonraları sesini dinle­miş, tabutuna sarılan bayrağı tutmuştum.

Aradım. 4 mektubundan yalnızca birincisini bulabildim. Bir zamanlar kaymakamlara böyle mektuplar da yazılırdı; bitinsin isterim. Uygun görürseniz yayımlayabilirsiniz.

Alucra'dan Gevaş'a atanmıştım. Oradayken aldığım, 'Yön’ ile ‘Sosyal Adalet' dergilerini karşılaştırmamı öven, uzun çözümlemelerini içeren mektubunu, belleğime göre aktarmayı anısına saygısızlık sayarım Böylece değinme­den duramadım. Çünkü, çözümlemelerin vardığı öngörü­ler doğrulandı. Coşkusunu gerçekçiliğinden koparmak yanlış olur kanısındayım.

Size, Türk Dil Kurumu ülküdeşliğinin sıcak selamlarını, saygılarını sunuyorum.

Esenlikler dilerim.

Yaşar Cankoçak.

Şevket Süreyya Aydemir'in oğlu, Ertuğrul Aydemir, tele­fonla arayarak diziyi İlgi ile okuduklarını söyledi. Ertuğrul Aydemir'de babasının notları, karışık da olsa kağıda dökül­müş anıları vardı: bunu bana Ertuğrul Aydemir kendisi söy­lemişti. bunların derlenip yayımlanması ona düşüyor. Elle­rinde Şevket Süreyya Aydemir le ilgili belgeler, mektuplar bulunan dostları, bunları Ertuğrul Aydemir e gönderirler­se, anıların yazılmasına yardımcı olmuş olurlar. Belgelerin kuşkusuz eninde sonunda gideceği, saklanacağı yer Türk Tarih Kurumu olmalı...

‘Dost Mektupları’nda, Enver Paşa ile Celal Bayar’ın da adları geçti Türk Tarih Kurumu Başkanı Enver Ziya Karal anlatmıştı. Biri, Enver Paşa ile ilgili bir çuval dolusu mek­tupla, belgeyi Türk Tarih Kurumu'na getirir, bunları satmak istediğim söyler. Karal inceler bunları, adama:

"Peki kaça vereceksin bunları" diye sorar.

 Adam, öyle bir para istemiştir ki, Türk Tarih Kurumu'nun bunları almaya gücü yetmez. Karal, şöyle demişti:

"Biz belgelerin içinden, kimi önemlilerini seçtik, aldık. Adam sonra çuvalını sırtladı" gitti!

Enver Ziya Karal, bir gün Celal Bayat'la ilgili bir belge­den söz etmişti. Celal Bayar'ın el yazısıyla bir mektubu vardı, bundan, partinin hesaplarını tam kapatmadığı anla­mı mı çıkıyordu ne? Enver Ziya Karal’ın çıtlattığını, bir “An­kara Notları”nda yazmıştım. Sonrasını Prof. Enver Ziya Karal anlatmıştı. Yazı çıkınca. Celal Bey aramış Enver Zıya Karal'ı.

"Bir kahveni içmeye geleceğim" demiş.

"Buyurun efendim, onur verirsiniz!"

Türk Tarih Kurumu'na gelince, Karal'a:

"Mektubumu istiyorum!" demiş. Enver Ziya Karal, mek­tubun, Türk Tarih Kurumu'nun malı olduğunu, bunu vere­meyeceklerini söyleyince. Celal Bey:

"O zaman mektubun bir fotokopisini rica edeyim."

"Hay hay, onu verebiliriz!"

Celal Bey. fotokopiyi alır çıkar.

CHP’li eski Ulaştırma bakanlarından Ferda Güley’le çok­tandır görüşemiyordum. Ferda Bey, bir haftadır sayrıymış, yatıyormuş. Ferda Güley'in de kitabında yayımlanmış, Saruhan Mebusu Mahmut Celal Bey’le ilgili ilginç bilgiler vardı. Mustafa Kemal'in Garp Cephesi Komutanı İsmet Bey’e yazdığı kimi ilginç sözler...

Bir de Ankara Belediyesi Yazı İşleri Müdürlüğü’nden emekli Hüseyin Emre’nin bana anlattıkları var, şöyle:

Hüseyin Emre, Ankara Belediyesi müfettişlerinden Edip Kemal Ülker'le birlikte çalışmış. Edip Kemal Bey, Jön Türklerdenmiş. İngilizce, Fransızca. Almancayı çok iyi konuşur­muş. Hüseyin Emre'ye şunu anlatmış:

Ben hayatımda büyük hata işledim, kendimi affedemi­yorum

demiş.

Celal Bayar'ı bu milletin başına adeta ben sardım! Şöyle: Talat Paşa'nın özel Kalem Müdürüydüm. Bir gün geldi, kapının kenarında süklüm püklüm, elleri gö­beğinde bağlı olarak durdu. 'Nazır Paşa hazretleriyle görü­şeceğim' dedi. Ne için görüşeceksiniz?’ dedim. 'Efendim, gizli görüşeceğim'. Ben de, 'Ben onun sır katibiyim. Her şeyden haberim olacaktır. Benden saklı bir şeysi yoktur. Görüştüremem' dedim. Bunun üzerine. 'Efendim, İttihat Terakki'nin İzmir'de şubesi açılıyor (veya açılmış), beni oraya katip olarak göndersin' dedi. İçeri girdim, söyledim. ‘Gelsin’ dedi. İçeri girdi, iki-üç dakika sonra çıktı. Talat Pa­şa beni çağırdı: ‘Yahu Edip, bu adamı niye soktun? Sinsi bir adama benziyor, hiç güvenilmez!' dedi. Ben de Aman efendim, ne olacak? Gönderelim gitsin, iki ay sonra görevi­ne son verirsiniz. Yetkiniz dahilinde', 'Peki' dedi; keşke söylemez olaydım!

Elde belgeler olmadan konuşmak güçtür. Olayları yaşa­yanların çoğu ölüp gitmiştir. Tanıklık sadece, belleklerde kalan sözlere dayanır. Mektuplar öyle değil; onlar, ölüm­süz tanıklardır...