Dost Acı Söyler...

Bursa'dan Hüseyin Yaman şunları yazmış özetle:

«DİSK. Genel İş Sendikası Bursa Şube Başkanıyım. 12 Eylül'den sonra, sendikal faaliyetler dur-duruldu ve bir süre de gözaltında kaldım. Suçsuzluğum sonunda salıverdiler

Daha sonra sendikalara kayyum atandı. Öbür personelin maaşı ödenirken yöneticilere maaş ödenmemesi bizleri mağdur etti. Oysa, bizler de personel durumundayız tüzüksel olarak. Ama deniyorsa ki, Türkiye’de sendikal faaliyet olmadığı için neden maaş ödensin? Öbür sendika yöneticileri ne yapıyorlar da maaş alıyorlar? O zaman onlar da almasın. Ama, onlar bu haktan yararlanırken, biz yüzlerce insanın çoluk çocuğuyla mağdur edilmesi adaletle bağdaşmaz. Bu haklı davamıza köşenizde yer verirseniz, bütün arkadaşlarım memnun oluruz. Dostça selamlar sunarım»

Ankara'daki, İstanbul'daki olaylar yazılıyor da yurdun çeşitli yerlerinde olup bitenler, ya gözden kaçıyor, ya da basının kolu oralara ulaşamıyor...

Zonguldak'ta yayınlanan «Uyanış» gazetesi yönetmeni Ali Bahadır, bir yazısında zamanın hükümetine gerici dediği için, TCK’nın 159'uncu maddesine aykırı davranıştan dolayı mahkemeye verilmişti. 12 Eylül'den sonra, Bahadır’ın dosyası Gölcük'e gönderildi. İlk duruşmasında iki yıl hapis, sekiz ay da Samsun’da gözetim altında bulundurma cezasına çarptırıldı. Üç yıla değin cezalar, sanıklarca Yargıtay’a götürülemediği için de cezası kesinleşti. 12 Mart'tan beri Ali Bahadır’ın adını duyar, kendisini tanımazdım. Yeni öğrendim, Ali Bahadır isteği üzerine olacak, Zonguldak Cezaevine nakledilmiş. Oradan da Çaycuma Cezaevine geçecekmiş. «Uyanış» Gazetesi’ni, eşi Güven Bahadır sürdürüyormuş. İki çocukları varmış...

Kocaeli’nin Darıca Belediye Başkanı Hasan Ciddi’nin de basına telsiz yüzünden işler geldi. Bir arkadaşım anlattı. Hasan Ciddi adı gibi ciddi bir adammış. Belediye Başkanı olarak gittiği Almanya'da Türk işçileri Hasan Ciddi’ye iki tane telsiz armağan etmişler. Hasan Ciddi, Darıca'ya gelince zamanın Valisi İbrahim Ural’a bu telsizleri belediyede kullanıp kullanamayacağını sormuş. İbrahim Ural:

— Hasan, sen küçük belediyesin, ne yapacaksın telsizi demiş...

O da telsizleri evine götürmüş. Sonra bir arama. Evinde telsiz bulundurduğundan dolayı Hasan Ciddi içerdeymiş...

Bizde, gazeteler telsiz kullanamazlar. Bir Anadolu Ajansı telsiz kullanabiliyor galiba, bir törende gördüm. Oysa, dünyanın pek çok yerinde gazeteciler, telsizlerle çalışırlar. Bir toplantıyı gazeteye bildirecek olan muhabir, telefonu nasıl bulacak, telefonu bulsa jetonu ya da bozuk parayı bulması gerek. 1963'te Amerika'da ünlü zenci yürüyüşünü izlemiştim. Bir gün önce de Washington Post gazetesinde yürüyüşün nasıl izleneceğine ilişkin, gazetenin kendi içinde yaptığı toplantıya özel konuk olarak katılmıştı. Toplantıya gazetenin veznedarı da katılmış, veznedara muhabirlere çok çok bozuk para vermesi söylenmişti. Telsizleri olanlar telsizleriyle haberi yazdıracaklardı...

Bizde basın, «Ha babam» yöntemiyle çalışmayı sürdürür. Zaten, bazı büyüklerinin de gazetecilikle pek ilgisi yoktur, başka dallarda ticaret yaparlar. Gazetecinin hiç tekstil fabrikası mı olur? Gazeteci olan, bankada danışman mı olur?

Her şey, «Ha babam» yöntemi Basın Şeref kartları derler, o da öyle. Bir gün bu işlerle ilgili bir bakanlık görevlisine söylemiştim:

— Yahu, benim Şeref Kartı almak için sürem geçti. Neden vermiyorsunuz?

— Kardeşim Ekmekçi İnsan bir telefon etmez mi? Ne bilelim, senin sürenin geçtiğini? Demez mi?

Basında çalışanların dosyaları ellerinin altında. Telefon ederek Basın Şeref kartı alacaksam, almam daha iyi...

Lütfeder gibi, sadaka verir gibi Basın Şeref kartı mı verilir?

Bu. «Ankara Notları»nda gazetecilerin sorunlarına değinecektim. Gazeteciliğin yazarlığın zor olduğu dönemler vardır. Gazetecilerin, yazarların eleştirileri göze batar. Oysa, eleştiriler iş yapacak olanlara en büyük yardımcıdır, destektir. Yanlışlıkları vurgulamak, gazetecinin, yazarın en baş görevidir. Toplum adına, kamu adına bunu yapmak zorundadır...

«Dost acı söyler» sözü ölümsüz bir atasözüdür...