Torbalı Belediye Başkanı Ertan Ünver, Giritlinin ağustosta salyangozu nasıl avladığını anlattı, şöyle dedi:
-Salyangozu, yağmur yağarken baharda yakalamak, avlamak kolay tabii. Ama salyangozu, Giritlinin canı ağustosta çekermiş. Ağustosta da salyangoz ortada görünmez. Taşların arasında, derelerde filan. Ne yapsın, salyangozu şaşırtmak gerek. Nasıl şaşırtacaksın? Yağmur yağdı havasını vereceksin ki salyangoz çıksın ortaya. Salyangoz:
-Mevsimler değişti, Allah Allah! filan desin, çıksın. Çünkü, nem olmadı mı, salyangoz çıkmaz! Giritliler anlaşmışlar ağustosta, konuşmuşlar:
-Yer miyiz bre more?
-Yeriz! Salyangoz olsun da.
-Nasıl yeriz?
-Önce bana bir suzcû (süzgeç) getirin, more bana bir teneke getirin, gaz tenekesi, bir de fener getirin!
Gece, hava karanlık, çıkıyorlar bunlar dağa. Bu işi düzenleyen:
-Suzcüyü (süzgeci) tutun, diyor kayalara, kayalara. Suluyorlar kayaların diplerini. Salyangoz, karısıyla uzanmış, karısı kulak kesiliyor; "Yağmur yağıyor" diyor kocasına. Kansı da karındanbacaklı, çok bilmiş; her şeyi biliyor...
-Hadi yav, diyor koca salyangoz, yağmur yağar mı bu ağustos ayında? Hani bunun gök gürültüsü? O da karındanbacaklı…
Giritli başlıyor, tak tak tak teneke çalmaya; salyangozun karısı, içeride kocasına:
-Bak, gök gürültüsü! deyince, koca salyangoz:
-Tamam ama şimşeği nerede bu yağmurun? diyor O, hesapçı, kurnaz.
Giritli, ceketinin altına sakladığı cep fenerini, çıkarıyor, kapatıyor, çıkarıyor, kapatıyor. Salyangozun karısı:
-Şimşek de çaktı, haydi bakalım çıkalım!
El ele tutuşup çıkıyorlar kayalann altından dışarı. Tüm salyangozlar çıkıyor; Giritliler de salyangozları bir güzel topluyorlar, ağustosta kendilerine bir salyangoz şöleni düzenliyorlar...
Bu, Ankara Notları'nda Jean de Lafontaine'e özenmek istedim!
Ertan Ünver'in nineleri, dedeleri Giritli. Şöyle anlatıyor:
-Ben anımsıyorum, rahmetli dedeler, nineler benim, Söke’den, Kuşadası'ndan, o dağ yamaçlarından falan yarım çuval böyle getirirlerdi. Salyangozun tüm gıdası nem, kayalıklardan çıksın, kurak havada ertesi gün ölür. Salyangozun tazesi sesinden anlaşılır. Tencereye attın mı, kaynar suyun içine ’vıyyyk'' diye bir ses çıkarır. Elli, yüz tane attın mı, ses daha yoğun çıkar. Ses güçlü çıktı mı, salyangoz taze demektir! Hepsi canlı ki ötüyorlar kaynar suda. Bayat olup olmadığını anlamak için tencereye tek tek atarlar salyangozları.
Salyangoz, karındanbacaklı, yumuşakçalardandır. Karındanbacaklıların çoğu gibi sarmal bir kabukları var. Çiftleşmeleri, iki birey arasında gerçekleşir. Bunlar, kendi kazdıkları çukurlarda yaşarlar, yumurtlayarak çoğalırlar. Yumurtalardan, erişkin görünümlü küçük yavrular çıkar.
***
1 martta toplanan SHP Parti Meclisi. SHP Olağan Kurultayı’nın bir yıl ertelenmesi konusunda, yönetime yetki verdi. Ertuğrul Günay ise kurultayın 1990'da yapılması yolunda öneride bulundu. Ona göre kurultay işleri, 1990'da bitmeliydi. 1991'de kesinlikle saçım vardı! Ama 1990'ın güzünde de seçim olmaz değildi. Seçimin gününü, muhalefet değil, Seçim Yasası’ndaki değişiklikten gelen gücüyle ANAP belirleyecekti. Ağustosta da seçim olacak değildi ya! Bir şey vardı; Meclis de ANAP da giderek etkinliği iyiden iyiye yitiriyorlardı. Hacı Turgut Bey, ne düşünüyordu bakalım?
* * *
Gebze’de Topçu Alayı'nda görevli Teğmen Murat Şeref Baba, 17 şubat cumartesi günü, Ankara’da Bahçellevier postanesinden, Çankaya'da Hacı Turgut Bey'e şu telgrafı çekti:
"Alışmadığım ve hiçbir zaman da alışamayacağım bazı şeyler var; eğitimde birlik ilkesinin çiğnenerek, eğitimin imam-hatip liseleri ve normal liselerde ayrı ayrı yapılıyor olmasına alışamadım.
Bazı özel yurtlarda, kuran kurslarında ve imam-hatip liselerinde laik cumhuriyet yönetimine düşman gençlerin yetiştiriliyor olmasına alışamadım.
Devleti dolandıranlardan, vurgunculardan hesap soran kamu görevlileri sürülürken, dolandırıcı ve vurguncuların kahkahaları ile mahkeme koridorlarını çınlatıyor olmasına alışamadım.
“Konuşursam bazı bakanlan düşürürüm" yollu tehditleri çok sık kullanıp da ne hikmetse bir türlü gereken cevabı almayan hayalı ihracatçıların elleri ceplerinde ifade vererek savcıların, hâkimlerin ve diğer tüm namuslu vatandaşların içinin sızlamasına sebep olmasına alışamadım.
Yolsuzluk söylentileri almış yürümüş, çalıp çırpan hovardaca saçıp savururken, hastane masraflarını ödeyemedi diye yoksul vatandaşların hastanelerde rehin tutulmasına alışamadım.
Atatürk'ün makamında oturan bir kimsenin itibar deyince aklına, bazı ülkelerin devlet başkanları ile fotoğraf çektirmek geliyor olmasına alışamadım.
“Siz "Alışırlar'' dediniz, ama Sayın Turgut Özal, sizin Cumhurbaşkanı olmanıza da alışamadım.
Murat Şeref Baba"
27 şubat salı günü Alay Komutan Vekili Yarbay Halil Şengül, Teğmen Murat Şeref Baba'yı çağırdı, önerilerde bulundu. Murat Şeref Baba:
-Ben imzamı inkâr etmem, bir şeyin altına imza attıysam, bunu savunurum! yanıtını verdi. Yarbay, Kolordu Komutanı Korgeneral Yaşar Kök'le konuştu "İmzasını inkâr etmeyi kabul etmedi komutanım!" dedi.
Olay orada kapanıyor gibiydi. Bir daha böyle şey yapmaması öğütlenmişti teğmene. Atış için Molla Fenari diye bir yere gittikleri sırada, oraya 1. Ordu Komutanı Orgeneral Muhittin Füsu- noğlu, helikopterle geldi. Teğmeni görmek istemişti. Murat Şeref Baba'yı bulamadılar. Sonra Alay Komutanı, Kolordu Komutanı, bir de Murat Şeref Baba, helikopterle Selimiye’ye, Füsunoğlu'nun makamına gittiler.
Murat Şeref Baba, şimdi GATA (Gülhane Askeri Tip Akademisi) Psikiyatri Kliniği’ne yatırıldı! Sağınlar, sayrı diye “paranoid psikoz’’ tanısını yaptılar. Bir sağın, Şeref Baba'nın kız kardeşi Belgin’e, sayrılığı şöyle tanımladı:
-Telgraf çekilmeyecek yerlere telgraf çekmiş!
6 Mart 1990, Cumhuriyet