Ali Hüsrevoğlu, “Ankara Notları”ndaki takma adıyla "Felâket Ali", işkence yazılarını okuduktan sonra şu dizeleri dökmüş: "Ulan, yedi aylık yağız velet / Ben değil, asıl sensin felâket / Yazdıklarım doğru olsa eğer / Yer yerinden oynar, kopar kıyamet!
İşkence, yok domuz, yok domuzun eniği / Satır araları sanki mazgal deliği!”
Dünya tatlısı Ali, yetkililerin, yöneticilerin, sorumluların kıllarının kıpırdamadığı yazılardan etkilenmiş de yazmış taşlamasını besbelli.
Aydın’da, İnsan Hakları Demeği’nin düzenlediği açıkoturumdan sonra Torbalı'ya geçtim. Prof. Rona Aybay'la, Muzaffer İlhan Erdost, Torbalı kavşağında bıraktılar beni. Yol üstünde, Ortaklar’a uğrayıp, eski köy enstitüsünü gördük; arabayla dolaştık içinde, şöyle bir.
Torbalıda, Belediye Başkanı Ertan Ünver var; onu, bu çalışkan, dürüst Ege çocuğunu görmeden geçemezdim. Küçük ilçelerde, yerel yönetimlerde görev yapmanın ne denli güç olduğunu, onları yakından görünce daha iyi anlarsınız. Küçük hesaplar, dedikodular, etekten çekmeler, yıpratma çabaları, böyle yerlerde, daha bir göze çarpar. Olaylara, bir mikroskoptan bakar gibi bakabalirsiniz. Buralarda tam bir kasaba havası eser. Yakup Kadri’nin "Yaban”ında yaşarsınız sanki...
Onca domuz eti üzerine yazı yazdım ya Torbalılı avcılar, ben geliyorum diye domuz avına çıkmışlar. Otuz kiloluk bir domuz yavrusu vurmuşlar. Avcılardan biri, mozağın ayaklarını gösteriyordu:
Şuraya bak, buzağı sanki! Aynı buzağı... (Domuz da çift tırnaklı ya)
Hemen oracıkta ateş yaktılar. Yiyen var, yemeyen var; Başkan Ertan Ünver yemiyor:
-Mustafa Abi, ben politika yapıyorum! Sen buraları bilmezsin...
-Mis bu, mis... diyor babacan biri.
Avcılar burada yabandomuzlannı vurup, gemilere götürüp satıyorlarmış. Yiyenler de yok değil. Bu enflasyon döneminde, kimin evine et giriyor ki...
Önce bağnazlığın yıkılması gerekiyor. Şeriat düzeninden yana olanlar koparıyorlar gürültüyü... Domuzla ilgili yeni bilgiler öğreniyorum avcılardan. Domuz, insana en çok benzeyen yaratık. Hem et, hem ot yiyor. Zekâsı da buradan geliyor. Hayvanların en zekisi. Hasan Pulur, ne der bilmem, tilkinin adı çıkmış. Tilkiyi avlamak, domuzdan çok çok kolaymış, anlatacağım onu da...
Domuzun en sevdiği ot salep kökü. Azı dişleriyle toprağı kazıp, onu arayıp buluyor. Salep kökünü çok yedi mi dişlerini çalılara sürtüp, temizliyor. Avcılar buna, “kürdanla dişlerini temizliyor" diyorlar. Mantara, bir da salyangoza bayılıyor. Onları arayıp buluyor. Bahçelerdeki mısırlar da sevdiği yiyeceklerden. Bahçeleri bozup dağıtıyormuş. Eee, herkes bahçesine sahip olsun efendim!
Domuzun azı dişleri çok keskin. En sert toprağı onunla kazıyor. Küçük bir fildişi denebilir. Domuz, küçük yaştan bunları taşlara sürterek kama gibi yapıyor. Yuıtdışına gönderiliyor, domuz dişleri, çok para ediyormuş. Kulüplere dağıtılıyormuş dişler. Kimi yerlerde, nazar boncuğuyla birlikte, atlara nazarlık olarak takılırmış...
Avcı Muharrem, Torbalı'da bir camlı arabada sandviç satıyor. Arabasının üstünde, “Mis Doyum Sandviçleri" yazar. Çok kişi Muharrem Yoldaş adını bilmez. Onu "Mis” diye çağınrlar. Mozak bir yandan pişerken, avcılar karşıya diktikleri rakı şişesine atış yapıyorlar. Bir de bana attırdılar, tabii karavana! Mis’in attığı fişeğin arkasından Samsun paketinin kabı çıktı. Öyle de yoksul bir adam! Avcılığı, belki de çoluk çocuklarının rızkını keserek yapıyorlar işte! Torbalı'dan ayrılırken Muharrem Yoldaş'a uğrayıp Allahaısmarladık" dedim.
Acılardan trafik polisi İsmail, hayvanlar üstüne bilgiler veriyor:
-Bak abiciğim, evcil kazlar var ya trafik kazalarına en az uğrayan hayvanlardandır. Ben, yirmi beş yıldır trafik bilirkişisiyim. Domuz da çok zeki hayvandır. Geçen yıl, biz bir domuz tuttuk. Tuttuk, aldık geldik, mozaydı böyle (domuz yavrusuna mozak denir, burada ‘moza’ deniyor), bir şoför arkadaşa verdik. Bir süre evinde besledi, meraklı. Kahveye geliyoruz, arkadaşa diyoruz ki "saklan”, saklanıyor, domuzu kapıdan salıyoruz, pıt pıt pıt dolaşıyor, buluyor arkadaşı. Beni niye bulmuyor be namussuz hayvan! Ne diyorum sana, götürüyoruz, iki üç yüz metre başka yere bırakıyoruz, gidip onu buluyor. Beni bulmaz! Bir zaman, şu vurulan domuz kadar bir domuz oldu moza, dağa saldık. Ta o dağdan Tepeköy’e geldi abi! Evi buldu. Kapıya da burnuyla "tak tak" diye vurmuş.
-Dağda kalsa ya, kalmıyor değil mi?
-Kalmıyor! Bir yerde hayvan, çok hisli bir hayvan! Çok kokusu güçlü bir hayvan.
-Burnu zaten uzun Mustafa Abi! Çok güzel koku alıyor.
-Doğa, buna göz vermemiş. Bak şimdi, tilki çok kurnaz deriz değil mi? Çocukluğumuzda hep tilkinin kurnazlığı üstüne öyküler okumuşuzdur. Karganın ağzından peyniri almış filan! Tilki çok aptal abi! Ben Kars'ta avlandım, her gece tilki avı yapıyorum, benim Tuncay diye bir arkadaşım vardı müteahhit; tilkiyi arabanın yanına getiriyordu o çocuk!
-Nasıl getiriyor?
-Bak, nasıl? Bizim Torbalı gibi açık alan değil, her yan kar. Hayvan yiyecek bulamıyor. En çok sevdiği yiyecek fare. Fareye bayılıyor. Ne yapmalı, Arkadaş avucuna öpücük gönderir gibi sesler çıkarttı mı ta uzaktaki tilki, bu sesi duyuyor, sese doğru gelmeye başlıyor. Tilki neredeyse, arabanın içine girecek. Öyle yaklaşıyor. Kars'a ilk gittiğim yıl 27 tane tilki vurdum. Orduevin- de yatıp kalkıyorum. Eşim dedi ki; "Herkese tilki vuruyorsun, bana bir kürklük tilki vurmadın!" "Vuralım hanım, dedim be!" üç gecede 14 tane tilki vurdum!
Sonra kürk yaptınız mı?
Yaptı, kendi dikti, kendi yaptı! Bir mavi tilki var, senin şapka nasıl, onun mavisi! Beyaz kekliği orda gördüm. Süt beyaz keklik!
Avcılar arasında Torbalı'nın Çakırbeyli Köyü'nden Ahmet Öğüt de vardı. Ahmet Öğüt'e "Deccal Ahmet" diyorlardı. Ahmet. 32 yıllık Cumhuriyet okuru olduğunu söylüyordu. Domuz avına nargilesiyle geliyor, av yerinde nargilesini tüttürüyordu. Kendisi vaktiyle din adamıydı. Bir gün köylüler, "Deccal gelecek, Deccal gelecek!” diye konuşurlarken Ahmet Öğüt dayanamamış:
Deccal filan yok, Deccal benim! deyince adı "Deccal Ahmet" kalmıştı. Ahmet Öğüt’ün yanında, o günkü Cumhuriyet de vardı. Cumhuriyet'te o gün "Ankara Notları”, iyi mi? Orada saygınlığım bir arttı, bir arttı!
4 Mart 1990, Cumhuriyet