Günlerdir Torbalı’daki "Ermo"yu, yani "Arabacı Ramazan"ı anlatmayı kuruyordum kafamda. Onu çizmek, onu anlatmak çok güçtü. Arabacı Ramazan, "Fellah" olduğunu söyler. Okuma yazma bilmez. Yaşını bilir mi bilmiyorum? Düş gücüyle yaşar. Ona döneceğim: Torbalı'ya vardığımda, Halil Efe Torbalı’da yoktu. Avcılar kahvesinin de tadı yoktu elbet. Halil Efe'nin adamı Osman Ekici'dir. Halil Efe'yi konuştursa konuştursa o konuşturur. Halil Efe, Osman Ekici’ye anlatmış, o bize aktarıyor.
Halil Efe, yeğenini alıp fuara götürüyor. Çocuğun eline biraz fındık fıstık vermiş oyalansın diye. Çocuk, maymunları seyrederken elindeki fıstıktan maymunlara vermekte. Halil Efe bakıyor ki çocuk fıstıkları maymunlara vererek bitiriyor. Fıstık bitince de çocuk ne yapar, ağlar! Halil Efe, şöyle diyor Osman Ekici'ye:
Hemen çocuğun arkasına geçtim, maymuna işaret ettim “fıstıkları alma!" diye. Maymun göz kırptı, 'Tamam!" dedi... (Kahkahalarla gülüyoruz.)
Halil Efe de, "Ermo" da düş gücüyle yaşıyorlar. Yalan söylemiyorlar, olayın öyle olması gerektiğini düşünüyorlar...
Ermo'nun adamı Ercan, onu ancak o konuşturuyor; kahvede havasına o sokuyor. Ermo, Ercan'a çok güvenir, en çok ona güvenir. Ermo, yaşamı boyunca hiç ava gitmemiştir, ama en iyi av öykülerini o anlatır. Tüm hayvanların huylarını, kurallarını bilir Ermo. Evinde Amerikalıların verdiği bir tüfeği olduğunu söyler. O tüfeği gören olmamıştır. Ercan, bir gün kafasına koyar. Ermo’nun kapısını çalar:
Ermo der, domuzlar bizim bostana daldı, bostan diye bir şey kalmadı. Üç bekçiye verdiğim parayı sana vereceğim, haydi seni götüreyim de domuzları avla!
Vallahi der Ermo, gelirdim, ama birine söz verdim. Bugün olmaz!
Ercan bastırır. "Ne olur Ermo, beni seviyorsan gel!" der. Ama ı-ıh, Ermo dünyada gitmeyecektir. Çünkü o hiç domuz avlamadı. İşin ciddi olduğunu görünce, çocuklar Ermo'nun paçasına sarılırlar, ağlaşırlar:
-Gitme Ermo, domuz seni parçalar, yer. Sonra biz ne yaparız?
Ercan'a da yalvarırlar, "Ermo'yu götürme, ne olur?" diye...
Ercan, artık dayanamaz Ermo'nun yakasını bırakır. Zaten onun da ne bostanı ne de bostana giren domuzu vardır! "Maksat gırgır” der Ercan. Şoför Gülaver, Ermo için:
O, düşleriyle yaşar; düş üretir, düş onu besler.. der. Ermo’nun at arabası var, bak bu doğru. Atları çok hor kullanır, çalışkandır. Yoksulluğundan dolayı, atları yeterince besleyemez, bir deri bir kemiktir atları. Ölmelerine yakın, hemen fuara götürür, satar. Cılız atlar, aslanlara parçalatılır...
* * *
Haydar Kutlu'yla, Nihat Sargın'ın, kaçıncı duruşmaları oldu, çok kişi unuttu. Otuzu buldu mu? Salıverilme istekleri de yirmiyi bulmuş olmalı. Yargılama, Ankara DGM’de sürmekte. Yargılama sürerken, onu etkileyici bir yorumda bulunmak, Basın Yasası'na göre yasak. Ancak olayların nasıl geliştiğini, bilinmeyen yanlarını —yorumsuz— anlatabilirim.
Haydar Kutlu'yla Nihat Sargın, Türkiye’ye 16 Kasım 1987'de geldiler, Alman Havayolları uçağıyla. Gelir gelmez de gözaltına alındılar. Geleceklerini daha önce açıklamışlardı. Türkiye de, seçimlere gidiyordu. Üç bakan, "seçim bakanı" olarak değişmişti. İçişleri Bakanlığı'na, Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Selçuk atanmıştı. Kutlu'yla, Sargın'ın Türkiye'ye gelme kararları kesinleşince, o zaman Emniyet Genel Müdürü olan Saffet Arıkan Bedük, bir de İçişleri Bakanlığı Müsteşarı olan Galip Demirel, olayın İstanbul'u ilgilendirdiğini, İstanbul emniyetinin olaya elkoyması gerektiği görüşündeydiler. İstanbul'da, Nihal Sargın’la ilgili, “yokluğunda tutuklama kararı" vardı; İstanbul sıkıyönetimi vermişti. Haydar Kutlu da İstanbul'dan çıkmıştı dışarıya. "TKP operasyonu" oradaydı. O halde İstanbul, bu işe bakmalıydı. Ancak, İstanbul bunu kabul etmedi mi ne oldu? İzmir de kabul etmeyince, iş Ankara'ya kaldı mı? Emniyet Genel Müdürü Saffet Arıkan Bedük, şimdi Ankara Valisi. Ankara Emniyet Müdürü Ali Akar’a, soruşturmanın Ankara’ca yapılacağını bildirdi mi? Soruşturma başladı. Gerçekte soruşturma, kısa sürede bitti mi? O zaman, neden 15 günü de aşarak, 19 günü buldu gözaltı? Nedeni Hacı Turgut Bey miydi? O, o zaman Başbakandı. Daha önce, Behice Boran'ın cenazesinin getirilip, Meclis'te tören yapılması olayı, sağ kesimde, ANAP'ın puan yitirmesine mi yol açmıştı? O zaman, Haydar Kutlu'yla, Nihat Sargın seçim sonuna dek gözaltında kalmalıydılar ki ANAP'ın oyları seçimde —29 Kasım daki seçimde— düşmesin! Hoca Turgut Bey, olayla çok yakından ilgili miydi? DGM savcıları da Hacı Turgut Bey’le yakın ilişkide miydiler? İçerde yatarken Haydar Kutlu'nun fotoğrafı kimin buyruğuyla çekilmişti?
Haydar Kutlu da Nihat Sargın da hiçbir silahlı eyleme katılmış değillerdi. İçeride, işkence yapıldığı savları üzerine, Avrupa İnsan Haklan Komisyonu, olaya el koydu. Türkiye'ye yargıçlar geldi, gitti. DGM Savcısı Nusret Demiral, yargıçlara ifade vermedi. Adalet Bakanı Sungurlu, önce “Helal olsun adama, ifade vermiyor!" dedi. Sonra, ifade vermediği için soruşturma açtığını açıkladı. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Arif Yüksel'i iki kez, Nusret Demiral'ın ayağına gönderdi ifade vermesi için, vermedi! Polisler de vermemişti ifadeyi. Bir tek, eski Siyasi Şube Müdürü Hasan Eryılmaz ifade vermişti. İfade vermeyen polisler, İbrahim Dedeoğlu ile Kemal Dönmez, bir de bir komiser, hükümetin buyruğuyla uçağa bindirilip, Strasbourg'a gönderildiler, ifadeleri verdiler. Başlarında da Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Ağar gitti. Bunları gazeteler yazdı. Gazetelerin yazmadığı, olayların perde arkasıydı. Adalet Bakanlığı'nda şimdi tüm işleri götüren DGM savcılarıyla ilişkide olan kimdi? Arif Yüksel mi? Uğur Mumcu yazdı, Arif Yüksel, şimdi "First Lady" olan Semra Hanım'ın yazlık komşusu muydu?
13 Mart 1990, Cumhuriyet