Domuz, Geleceği Kurtarabilir...

Domuz konusunda bir uzman olan çevreci dostum Ahmet Aşıcı 4 ocak perşembe günlü mektubunda, uyarılarını sürdürüyor. Domuzun çevreci olduğunu, geleceği kurtarabileceğini belirtiyor. Mektubunun bir yerinde şöyle diyor:
"Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), 1985 yılında. 'Türkiye de 55 yıl sonra tamamen çöl olacak' saptamasını yapmıştır. Türkiye'nin erozyonla her yıl yitirdiği toprak. Kocaeli ile Bursa’nın tarım alanlarının toplamını10 cm. toprakla kaplayacak kadardır. Üstelik bu durum kimsenin umurunda değildir. Oysa, binlerce bitki, böcek, kuş türü hızla ortadan kalkmıştır. Akarsularımızın hepsi bulanık aktıklarından barajlarımızın ortalama ömrü 20 yıldır.
Doğal çevrenin tahrip edilmesi ertelenecek bir olay olmaktan çıkmasına karşın, ne siyasiler ne de halk bunun ayırdındadır (farkındadır). Oysa, doğal sistemlerin güçleri, yetenekleri (kapasiteler) sonsuz değildir. İç göçlerin, ekonomik sıkıntıların, kardeş binlerce genci birbirine kırdıran iç çatışmaların nedenleri yanlış yerlerde aranmaktadır. Bunların temeli olguculuk (pozitivizm) dışı, soyut, bağnaz özlü, bir tinsel kültürün ürünüdür. Bağnazlıktır. Bölücü örgütler de bağnaz bir siyasal partimiz de aynı bağnaz ve emperyalist dış kaynaklardan beslenmektedir. Çünkü, hem bölücü örgütler hem de bu siyasal parti aynı bağnaz 'Yahudilik ülküsü' (semitik) kültür kökeni üzerindedir. Hıristiyan bağnazlığı da aynı kökenden kaynaklandığından 2000 yıl önce olgucu (pozitivist) Roma uygarlığını çökertmiş, sonra da bugünkü Batı da içinde olmak üzere, koskoca kıtaları Ortadoğu gibi ortaçağ karanlıklarına sokmuştur.
Anadolu ile Ortadoğu'ya vurulan her kazma, bu soyut bağnazlığın çökerttiği uygarlıktan gün ışığına çıkarmaktadır. Osmanlı'yı da çökerten, doğa ile ters düşen bu bağnazlığın bir başka türevidir. Şimdi de cumhuriyetimiz aynı burgaçta (girdapta) boğulmaktadır. Tehlike hem ulusal, hem evrenseldir. Çünkü bütün insanlar, canlılar, bitkiler aynı yerkürede yaşamak zorundadır.
Yağmurları depolayan ormanların azalmasıyla Türkiye'nin tüm kuyuları kurumakta, hatta kıyılardaki kuyulara deniz suyu yürümektedir. Böylece kıyılardaki ekosistemler de tahrip olmakta, kıyılar çölleşmektedir. Dünyayı da etkileyen bu durum, sıcaklığın yükselmesine neden olmaktadır Önümüzdeki 25 yıl içinde Mısır, Bangladeş gibi birçok düşük delta ile Maldiv Adaları, deniz suları altında kalacaktır. Çünkü buzullar erimektedir. Üstelik çölleşmenin yanında atmosferdeki karbondioksit de sera etkisi yaratmaktadır. Kıyılanınızda birçok yazlıklarımıza su girecektir. Başta kanser ile solunum yolu sayrılıkları (hastalıkları) hızla artmaktadır.
Sayın Ekmekçi dostum,
Doğulu, Batılı her aydının artık önüne bir dünya haritası açarak, soyut tinsel bağnazlığın tarihsel gelişim süreci içindeki yayılmasının dünyayı ne duruma getirdiğini düşünmesi, doğayı bir cennet uğruna geri dönümsüz bir cehenneme çevirmeye kimsenin hakkı olmadığını anlamaya çalışması gerekmektedir. Ahlak budur.”
Eğitimim Fransa'da yapmış. Hanya'yı Konya'yı görmüş Ahmet Aşıcı, mektubunun girişinde de şöyle diyor:
"Kalelerin ya da kentlerin çevresine kazılarak su doldurulan hendekler nasıl bu kaleleri, kentleri dış saldırılardan koruyorsa, Harran’ı, tüm Mezopotamya'yı da Dicle ile Fırat ırmakları tarih boyunca dış saldırılardan korumuştur.
İlk yerleşik yaşam, bu nedenle bu yerlerde görülür.
Yerleşik yaşamın ilk ürünlerinden olan bu kentin dış mahallelerinde oturanlar, çiftçilikle, hayvancılıkla uğraşırken, orta mahallede oturan tecimer (tüccar) ile kentsoylular (burjuvalar) iç evlenmelerle akrabalaşıp 5-6 bin yıl önce, topraktan, hayvandan kopuk ırksal bir kentsoylu (burjuva) yaratmıştır.
Bu soyut ve ırksal, orta mahalle çatı altı kültürü, doğayı kutsal koruma altında tutan somut tanrılar dönemin de sona erdirmeye başlamış, yerine kendi soyut kültürünün ürünü olarak soyut, ırksal din ile Tanrı kavramını getirmiştir.
Dünya tecim (ticaret) merkezlerine yönelen bu kültürün Filistin ile Mısır’la da sıkı ilişkide olduğunu İbrahim ile Musa'nın bu yörelerdeki işlevlerinden anlıyoruz.
Bu ilişkilerden birinde, yanındaki güzel eşi Sara’yı gören Firavun'un. Bu kim? diye sorması üzerine İbrahim. 'Kız kardeşimdir!' deyince. Onu bana verir misin?' diyen Firavun'a güzel eşini veren İbrahim, karşılığında bol miktarda erkek kuzu ile koçla ödüllendirilmiştir. Çünkü, dişi koyunlar sağmaldır, üretkenliği süreklidir.
Koyundan 18 kat fazla ve dengeli et veren domuz karşısında koçlarını satabilmek için, o sırada anılan kentsoylunun (burjuvazinin) istemi ve gereksinimi yönünde geliştirmekte olduğu yeni ve soyut din kavramı (konsepti) içine, oğlu İsmail kesme gerekçesi (motifi) altında 'kurban olayı’nı, ve onu tamamlayan 'domuz yasağı'nı, katan İbrahim, sektörel bazda rakibi ortadan kaldırarak, kurban ve adak biçiminde kurumlaştırdığı bu koç ticaretiyle çok zengin olmuştur.
Mesleği Tanrı imalatçılığı olan İbrahim’in tecimsel (ticari) dehasının bir başarısı olarak görünen bu olay, gerçekte, İsrailoğulları adıyla anılan ırksal Harran kentsoylularının (burjuvazisinin) geliştirdiği orta mahalle çatı altı soyut kültürünün giderek evrensel egemenlik arayışlarını içeren, yerel başlangıçlı bir ekosisteme müdahaledir.
Masum gibi görünen bu müdahale az et veren ve nazik bir hayvan olan koyunun yanında Keçinin, domuzdan boşalan yere, bir ikame olarak (konarak) çok hızla üremesine yol açmıştır.
Keçinin gezdiği yerde ise çok yıllık bitki dediğimiz ağaç, ağaçsı bitkilerin yetişmesi olanaksız olduğundan Harran'dan başlayarak önce Yahudi ülkeleri çölleşmiş, ondan binlerce yıl sonra da bu dinin yeni bir türevi olarak aynen domuz yasağını getiren İslam diniyle, bütün İslam ülkeleri ayrımsız (istisnasız) çölleşmiştir"
DÜZELTME: 4 ocak perşembe günü "Altın Yüklü Domuzlar!" başlığıyla yayımlanan Ankara Notları'nda. "AB ülkeleri üretimlerinin 3/4 'ünü domuzdan sağlar" tümcesi. 'AB ülkeleri üretimlerinin 3 te 4'ünü domuzdan sağlar" biçiminde çıkmıştır. Düzeltirim.