YÖK Başkanı Prof. İhsan Doğramacı'nın, Alman Prof. Dr. Ger- hard Bauer'e yazdığı mektupla "Ankara Notları”na yolladığı açıklama, 1402’li öğretim üyelerinde tepkilere yol açtı. Öğretim üyeleri Derneği Başkanı 1402'li Prof. Erdem Aksoy, 18 mart günlü mektubunda özetle söyle dedi:
“15 Mart 1988 günü yayımlanan yazınızı okudum. Prof. İhsan Doğramacı’nın mektubunu yayımlayarak önemli bir görev yaptığınıza inanıyorum. Yönetim kurulumuz adına sizi kutlarım.
Yurtdışına gidenler için 'sağ ve sol diktatörlük arayanlar' demektedir. Onun bu tezine gülmek gerekiyor. Diktatörlüğü seven kendisidir. Zira Bay Doğramacı, Türkiye üniversitelerinde 'Doğramacı diktatörlüğünü' kurmuştur Kurduğu diktatörlüğün bütün üyelerini sağcı, ırkçı, dinci ve masonik kişilerden seçmekte ve bunlardan 'YÖK uleması' denilen yeni bir sınıf yaratmaktadır. Yurtdışına gidenleri yalancılıkla suçlaması daha da gülünçtür. Kimin doğru söylemediğini kamuoyu çok iyi bilmektedir.
YÖK'ün üniversitelerin gelişimini sağladığını söylemektedir. Üniversiteler YÖK döneminde gelişmek şöyle dursun, iflas etme noktasına gelmiştir. Gazeteler her gün bu iflası yazmaktan bıkmıştır, üniversitelerin antiakademik ve antidemokratik unsurlarca işgal edildiği savına gelince: Üniversiteler tam tersine 'YÖK Holding'e bağlı üyelerin işgali altındadır. YÖK öncesinde özerklik vardı. Böyle özerk bir kurumda antidemokratik işgal olabilir mi? İşgal şimdi vardır.
Üniversitelerden atılmalar, söylendiğinin tersine YÖK döneminde olmuştur. Atılanlardan sadece dördü, onlar da sağ eğilimli olduklarından olsa gerek, sıkıyönetim komutanları sakıncalarını kaldırdıklar için dönebilmişlerdir. Diğerleri beş yıldır işsiz gezmektedir.
Derneğimizin bu görüşlerine köşenizde yer verirseniz sevineceğimizi bildiririm. Yönetim kurulumuz adına saygılar sunarım."
İkinci mektup, 1402’li Prof. Aydın Aybay'dan geldi. Aydın Aybay mektubunda özetle şöyle diyordu
"Sayın Ekmekçi,
Bugünkü (27 mart) yazınızda yer verdiğiniz Bay Doğramacı'nın mektubunu okuyunca dayanamadım, ben de birkaç söz söyleyeyim dedim. İlk olarak şunu belirtmek gerekiyor. Bay Doğramacı ile üniversite sorununu tartışmak gerçekten çok zor. Çünkü kendisi üniversite kavramını bilmiyor, bundan sonra öğrenmesi de galiba olanaksız. Bakın size yazdığı mektupta ne diyor: “2547 sayılı kanun Türkiye'ye çağdaş düzeyde bir yükseköğretim düzeni getirmiştir' Gerçekten, kısaca YÖK Yasası diye bilinen yasa Türkiye'ye, üniversiteleri de içeren, yeknesak bir yükseköğretim düzeni getirmiştir ve böylece işe temel bir yanlışlıkla başlanmıştır. Çünkü üniversite kavramı ile yükseköğretim kavramı özdeş kavramlar değildir. Bunları özdeş sayar, her öğretim krumunu aynı potaya koyar, hepsini tepede bir 'big brother’ın gözetim ve denetimine bağlarsanız, sonuçta özgün ve ayrıcalıklı bir kavram olan üniversite kavramını paramparça etmiş olursunuz. İşte, hazretin anlamadığı da budur. Böyle bir ‘antika’ düzenden neler çıkacağının en 'beliğ' göstergesi de darbuka üstadından 'üniversite profesörü' çıkarmaktır.
Bunlar daha işin başında iken anlatılmaya çalışılmış, o günlerin mutlak egemenleri olanak ölçüsünde uyarılmaya gayret edilmiştir. Ama ‘Bunlar bayrağın ucundan bile tutmazlar' ithamı arasında, her şeyi biz biliriz afur tafuru ile egemenler bu uyanlara kulak bile vermemişlerdir. Bu becerikli zatın konuyu yeterince bildiği zannıyla, kimseye ağız açtırmayıp, bu düzenlemeyi getirmişlerdir. Bu arada TV şovları da düzenlenmiş, ‘hökümat harta da darba da karar veren' yetkili organ olduğuna göre böyle bir düzenlemenin yerinde olduğunu savunan 'mütebahir’ bilim adamları, ‘ağızda lokma varken konuşmanın sağlığa zararlı' olduğu bilincindeki profesörlerinin vb. desteği ile yasanın erdemleri 'kanıtlanmıştır’
'Birçok uluslararası forumlarda en özerk üniversitelerin Türk üniversiteleri olduğunda ittifak edilmiştir' diyor Bay Doğramacı. Acaba ne demek istiyor? Hangi forumlar bunlar? Yoksa YÖK’ten öncekileri mi kastediyor? Ya da -kendisinin pek gelişmiş bir mizah duygusu olmadığı için- hazreti uluslararası düzeyde 'işletiyorlar’ da farkında mı değil? Hemen söyleyelim: Böyle 'kavli mücerrette’ kalan iddialarla bir şey kanıtlanmaz. Bu bir. İkincisi, uluslararası forumlarda, öyle "hangisi daha iyi' diye yapılan değerlendirmeler, güzellik yarışmalarında olur. Bilim adamları bir araya gelip de böyle şeyleri gündeme alıp 'ittifakla' karara bağlamazlar. Bu bakımdan üniversite profesörü unvanını taşıyan bir kimsenin böyle laflar etmesi, sıfatıyla bağdaşmayan bir hafifliktir.
Bay Doğramacı madem ki uluslararası forumlara katılıp birtakım bilgileri devşiriyor ve onları iftiharla naklediyor. Türk bilim yaşamına katkıda bulunmak üzere, aşağıdaki konuları da bir zahmet soruş soruştursun ve bize nakletsin: Bizim bildiğimize göre Doğuda otsun Batıda olsun, bir akademik unvan taşıyan kimseye bu unvanı nasıl kazandığı soruldukta, bunun yanıtı, meydana getirdiği yapıtlardır: Bir doktora tezi, bir doçentlik çalışması, kendi meslek çevresinde bilinen ve yollama yapılan bir ders kitabı, bir trete, ünlü bir ansiklopediye yazılmış bir madde ya da bölüm vb. Acaba bu kuralda bir değişiklik oldu mu? Yine ister Doğuda ister Batıda bir kimseye, uyanık bir işadamı becerikliliğiyle binalar yaptırdı, cihazlar getirdi, vakıflar kurdu diye bilimsel unvanlar ve mevkiler vermezler, olsa olsa, ‘aferin becerikli adammış' derler. Bu kuralda değişiklik oldu mu? Örneğin, becerikli ve kurnaz bir işadamı yaklaşımı ile olağanüstü dönemlerde, egemenlere hulül edin mevki ve mansıp kapma marifetini gösterme, ‘akademik yükselme’ normları arasına girdi mi? Genel olarak kabul edildiğine göre bir kimseye, başkasının yapıtını kendi malı gibi kullanarak ortaya çıktığında, kesinkes akademik unvan vermezler; tam tersine böyle bir şey yapmış olana, daha önceden verilmiş unvanlar varsa, bunları hemen geri alırlar ve bunu yapanı da teşhir ederler. Bu kuralda ciddi bir değişiklik oldu mu? Bay Doğramacı, bilinen atılganlığı ile bu soruların yanıtlarını derleyip, size bir mektup daha yazarsa, sistemi yeterince kamuoyuna tanıtmış olmanın günahından, birazcık da olsa sıyrılmış olur. Öteki günahlar diyeceksiniz: Ne yazık ki, onlardan kurtulma şansı yoktur. Bile bile işlediği bu günahların, Türk bilim tarihinden silinmesine olanak bulunmayacaktır
Saygılarımla,
Aydın Aybay."
3 Nisan 1988, Cumhuriyet