Doğramacı’nın Alman Profesöre Mektubu...

YÖK Başkanı İhsan Doğramacı, kendisine YÖK yasası ile YÖK’ün uygulamaları, öğrencilerin durumu konusunda bir mektup gönderen, Berlin Özgür Üniversitesi Profesörlerinden Dr. Gerhard Bauer'in eleştirilerini bir mektupla yanıtladı. Akademi ödülü sahibi, dünyaca ünlü Alman profesör Dr. Gerhard Bauer'in Doğramacı'ya yazdığı mektup, 9 Temmuz 1987 günlü “Ankara Notları”nda yayımlamıştım. Mektup, daha sonra Prof. Server Tanilli’nin, İstanbul DGM’ce toplatılan ilan “Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz?" adlı bilimsel yapıtına da alınmıştı. (Sayfa 138-142)
Doğramacı, Prof. Dr. Gerhard Bauer'e yanıtında şöyle dedi:
“Sayın Profesör,
11.5.1987 tarihli yazınızı aldım. Ciddi ve etraflı yazınıza aynı şekilde cevap verebilmek için bugüne kadar geciktim, bunu hoşgöreceğinizi umuyorum.
Tasavvur edilenleri doğrulamanın en güzel yolu onu görmektir. Türkiye üniversiteleri ve YÖK bütün misafirlere açıktır. Bizi hayrete düşüren, yıllardır sıkı ilişkiler içinde olduğumuz, özellikle akademik ve kültürel bağlarımızın sıkı olduğu bir ülkenin gerçekleri görmezlikten gelerek, bir takım kuşkular oluşturmasıdır.
Belli ölçülerde bu çerçeveyi -aslında çok büyük olmayan ve mutluluk verici bir şekilde de Türkiye gerçeğiyle tanışarak küçülen çevre- anlayışla karşılayabiliriz. Bunların yargıları, gene Türkiye’yi terk edip gidenlerden kaynaklanmaktadır. Bunlar kendilerince yurtdışına gitmeleri için yeterli sebepleri olan ve gerek sağ, gerek sol diktatörlük arayışında olup bunu tekrar gerçekleştirmeye çalışanlardır. -Bunlar sizin de kesinlikle bildiğiniz gibi Alman üniversitelerinde çalışanların küçük bir kısmı olan Türk akademisyenlerin- kendilerini haklı göstermek için uydurdukları yalanlardır. Alman bilim adamlarının bunlara karşı tarafsız bir tavır takınmaları gerekir.
Yazınızdaki önemli noktalara vakit darlığı dolayısıyla maddeler halinde cevap vermemi hoş karşılayacağınızı umuyorum.
Önce: YÖK, hızlı bir yapılaşma içinde olan Türk üniversitelerinin bu gelişimini sağlayan bir müessesedir. Ayrıca üniversitelerin antidemokratik ve antiakademik unsurlarca işgalini engellemiş ve engelleyecektir.

1. Çıkarılmalar: 12 Eylül’de kurulan askeri yönetimin sıkıyönetim aracılığıyla görevden aldığı 68 öğretim görevlisi, YÖK’ten öncedir. Bunların çoğunluğu şu anda görevlerine dönmüşlerdir. Üniversiteler geriye kalanları da göreve almaya hazırdır. YÖK bugüne kadar hiç kimseye görüşleri yüzünden işten el çektirmemiştir.
2.Öğrenci temsilciliği: Sizin bahsettiğiniz yasa, parlamentoya önerilmiş ve reddedilmiştir. Şu anda hemen hemen bütün fakültelerde öğrenci derneği vardır.
3. Polis, tutuklamalar: Beş yıldan beri hiçbir fakültede polis baskını ve öğrenci tutuklanması yaşanmamıştır.
4. Fanatikler: Sizin görüşünüz ola dinci grupların tehlikesi bence biraz abartılıdır. Buna karşılık politik fanatikler, cumhuriyeti ve demokrasiyi tehdit etmişler ve biz bunun acılarını çekmiş bulunuyoruz. Kendisinden üniversiteyi demokratikleştirmesi istenen YÖK’ün aynı zamanda bunu ortadan kaldıracağını beklemek mantıksızdır. Ayrıca şunu da belirtmek isteriz ki 'aşırılarla diyalog’ sonucu elde edilen deneyimler ve kanılar kolay yoldan genelleştirilip yayılmamalıdır. Türkiye’de üniversiteler özerktir ve bu da onların demokratikleşmesini getirir.
Türkiye’nin bu koşullarda ihtiyacı, Avrupa’nın desteğidir ve bu sizin deyiminizle 'çağdaş medeniyetin’ gerektirdiği biçimde olmalıdır. Gerçekçi olmayan, anlayış göstermeyen ve sabırsız tutumlar ve talepler sadece düşmanın işine yarar.
5. Harçlar: Türk üniversitelerinde öğrencilerin çoğunluğu Batı Almanya’dakinin tersine işçi ve köylü çocuklarıdır. Sizin terimlerinizle 'bunun nedeni' tabii ki Türkiye’nin strüktürel yapısıyla ilgilidir. Öğrencilerimizin yüzde 80’i köy ve küçük şehir kökenlidir. Türkiye’nin son yıllarda öğrenci harçları açısından para politikası değişmiştir. Üniversitelerin bu hızlı gelişim esnasında öğrencilerden de az bir katılım miktarı alınmaktadır. Bu arada şunu da dikkate almak gerekir ki bu harçlar yine öğrencilerin sosyal hizmetlerinde kullanılmaktadır. -Konaklama, yemek, spor olanakları vb.- Yıllık ücretler -2 sömestr- en fazla 100.000 TL. tıp öğrencileri için (yaklaşık 180 DM), en az ise 10.000 TL. hazırlık ve açık öğrenim harç miktarlarıdır (yaklaşık 18 DM). Bu harçlar, bir dilekçe ile eğitim sonrasına ertelenebilir. Bunun için herhangi bir belgeye gerek yoktur ve eğitimin bitiminden iki yıl sonra taksitle ve faizsiz olarak öğrenciden tahsil edilir.
Şuna inanıyorum ki bu bilgilerin ışığında bütün verileri yeniden gözden geçirip fikrinizi değiştireceksinizdir. Eğer, Türkiye’ye gelip bu gerçekleri gözlerinizle görebilseydiniz ne kadar iyi olurdu. Her şeye rağmen, yapıcı olan her türlü eleştiriye açık olduğumuzu bilmenizi isterim. Saygılarımla,
İhsan Doğramacı.”
***
YÖK Başkanı Doğramacı'nın Alman Profesör Gerhard Bauer’e yanıtı, Türk kamuoyunda, sanıyorum tartışılacak, mektubun gerçekleri yansıtıp, yansıtmadığı üzerinde durulacak.
Şuracıkta, Doğramacı'yı pek doğrulamayan bir belgeyi yayımlamak istiyorum. Eski SBF Dekanı Prof. Cevat Geray, öğretim üyeliği görevinden 7.2.1983 günü 1402 sayılı yasaya dayanarak, sıkıyönetimce uzaklaştırılmıştı. Sıkıyönetim kalktıktan sonra, Prof. Cevat Geray, Ankara 6. İdare Mahkemesi’nden aldığı bir kararla 16 Kasım 1987'de, YÖK'e başvurdu. Bir ay sonra, YÖK Başkan Vekili Tahsin Özgüç imzalı, şu yanıtı aldı:
"Sayın Prof. Dr. Cevat Geray,
9. Cadde No:30, Batıkent-Ankara
İlgi: 16 Kasım 1987 tarihli dilekçeniz:
Ankara 6 İdare Mahkemesi’nin 27.2.1987 tarih ve 1987/111 sayılı kararının yerine getirilmesi ve sıkıyönetimin kalkması üzerine eski görevinize iadenize dair talebiniz, Yükseköğretim Kurulu’nun 4 Aralık 1987 tarihli toplantısında görüşülmüş olup, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu'nun 2766 sayılı kanunla değişik 2. maddesinin son fıkrası uyarınca eski görevinize iadenizin mümkün olmadığına karar verilmiştir. Bilgilerinizi rica ederim.
Tahsin Özgüç (Başkan Vekili). "