Prof. İhsan Doğramacı bir açıklama gönderdi Doğramacı’nın 22 Mart 1988 günlü açıklaması söyle
"Sayın Mustafa Ekmekçi
Cumhuriyet Gazetesi
Ankara
Sayın Ekmekçi,
Sizi yurtsever bir gazeteci olarak tanıyor ve takdir ediyorum. İşte bu mektubu da bu nedenle yazıyorum. Bildiğiniz gibi, şimdiye kadar eleştiriler ne kadar haksız da olsa, onları düzeltme amacı ile bile yanıtlamadım Belki de bunda isabet etmedim. Zira kamuoyunu aydınlatmamış oldum.
Şuna inanmanızı dilerim ki; 2547 sayılı kanun Türkiye’ye çağdaş düzeyde bu yükseköğretim düzeni getirmiştir. Birçok uluslararası forumlarda en özerk üniversitelerin İngiliz ve yeni düzende Türk üniversiteleri olduğunda ittifak edildiğini biliyor muydunuz?
Ne yazık ki, olağanüstü dönemde görevine son verilen veya son verileceği endişesi ile ayrılanların eleştirilenine basında yer verildi ve kamuoyu sürekli olarak yanıltıldı.
Yazınızda yer alan konuları teker teker yanıtlamaya kalkışırsam sütunlarınıza sığmaz. Onun için bu konuları kapsayan bir kitapçık hazırlamayı; onu size ve basına sunmayı tasarlıyorum. Ancak yazınızda size intikal ettirilen savların ne ölçüde gerçeği yansıtmadığına bir örnek vereyim. Bu da Avrupa Rektörler Birliği Genel Sekreteri’nin yazısı ile ilgilidir
Yazınızda yer verdiğiniz iddiaya göre Ankara'da yabancı rektörlerle birlikte yapılan toplantı ile ilgili olarak Birlik Genel Sekreteri'nin Sayın Nurkut İnan’a yazdığı mektupta ‘Böyle kullanılacağımızı bilseydik, toplantıya hiç gelmezdik’ dediği ileri sürülmektedir.
20 Ocak 1982 tarihli o mektubun bir sureti tarafıma da gönderildi. Yazının fotokopisini bu mektubumla birlikte size gönderiyor ve incelemenize sunuyorum.
Bu toplantıya yabancı rektörlerle birlikle Türk rektörleri de davet edilmiştir. Tartışmaların canlı geçtiğine işaret edilen mektupta, ancak yeni kanuna muhalif bazı rektörlerimizin, görüşmeler sırasında yeterince açık olmadıkları, yabancı konuklarca üzüntü duyulduğu dile getirilmektedir.
Toplantının basına kapalı olmasının tek nedeni meslektaşlar arasında serbestçe tartışmaya imkân vermekti. Nitekim yapılan basın toplantısında yeni kanunun Türk yükseköğretiminde bir reform niteliği taşıdığı hususunda görüş birliğine varılmıştır. Bu arada, Belçika ve İsviçre'den gelen bazı rektörler 'Keşke bizde de böyle bir kanun yürürlüğe girse" diye temennide bulunmuşlardır.
Bu basın toplantısında Türk gazetecilerin yanında, yabancı basın mensuplarının da yer aldığı unutulmamalıdır.
Avrupa Rektörler Birliği Genel Sekreteri'nin, Sayın Nurkut İnan'a yazdığı mektupta ezcümle şöyle denilmektedir: 'Bildiğim kadarı ile Rousseau'nun düşündüğü üniversite modeli hiçbir yerde uygulanmamıştır. Anglo-Sakson üniversite sisteminde, üniversite yöneticileri görevlerine asla seçimle gelmezler ve İngiltere'de olduğu gibi, öğretim üyelerinin kısa sureli bir ihbarla işlerine son verilebilir. Türk üniversiteleri geçmişte geleneksel olarak kıta Avrupası'nın etkisi altında kalmış ve öğretim üyeleri adeta bir memurlar topluluğu hüviyetine bürünmüştü. Görebildiğimiz kadarıyla halen yeni kanun ile Türkiye'de de Anglo-Sakson üniversite yönetim sistemi yerleştirilmeye çalışılmakta olup, yükseköğretim kurulu bir milli mütevelli heyet niteliğindedir. Ülkemizde üniversiteye bakış tarzı sizin anlamış olduğunuzdan farklı bir yönde değişmektedir. Bu bakımdan bu sistemi benimsemek sizin için zor olabilir.'
Yazınızda yer alan 'Böyle kullanılacağımızı bilseydik, toplantıya hiç gelmezdik' cümlesi ekte sunduğum mektupta yer almamaktadır.
Sayın Ekmekçi, Yükseköğretim Kurulu'nun başlıca başarısızlığı, sistemin yaptıklarını ve başarılarını yeterince kamuoyuna duyurmamak ve haksız eleştirilere cevap vermemek olmuştur. Bunun tek istisnası Sayın Nurkut İnan'ın 22 Nisan 1986 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde çıkan yazısıdır. O yazıda, bana yöneltilen bir soruya cevap verilmesi istenmekte olduğu için, Cumhuriyet Gazetesine gönderdiğim ve 5 Mayıs 1986 tarihinde yayımlanan ‘Bir soruya cevap’ başlıklı yazım ile Sayın Nurkul İnan'ın yazısının birer suretini de ekte sunuyorum.
Bilvesile gözlerinizden öper, saygılar sunarım.
İhsan Doğramacı."
Doğramacı açıklamasında, yabancı rektörlerle yapılan toplantıda, Birlik Genel Sekreteri'nin Nurkut İnan’a yazdığı mektuptaki iki tümceye takılarak, o sözlerin “Böyle kullanılacağımızı bilseydik, toplantıya hiç gelmezdik'' anlamına gelmeyeceğini söylemek istiyor. Nurkut İnan'a yazılan, bir örneği Doğramacı’ya da gönderilen mektupta, o tümceler aynen şöyle:
“…. indeed, we were sorry that the opposition to the newlaw was not more explicit in our debate: It was as if it were felt by some of those invited that the discussion was not worth joining….”
Tümcelerin Türkçesi şöyle: "Gerçekten tartışmalarda yeni yasaya karşı muhalefetin görüşlerinin daha açıkça ortaya konmadığını görmek bizi üzdü;, çağrılılardan bir kısmında, bu görüşmelere katılmaya değmezdi, izlenimi uyandı…”
"Doğramacı'nın Doğradıkları…." yazısını yazarken, mektup elimin altında değildi. "Böyle kullanılacağımızı bilseydik, toplantıya hiç gelmezdik" sözü biraz özetlenerek söylenmiş bir söz gibi oldu. Ama şimdi aslını da yayımladım. Aynı anlama gelmiyor mu? Doğramacı, YÖK Yasası’na kılıf bulabilmek için, cebinden paralar harcayarak Avrupalı rektörleri çağırmıştı. 12 Eylül’ün en baskılı en sıcak günlerinde 7-9 Aralık 1981'de, Hacettepe'de "R" salonunda "Üniversite Yönetimi ve Özerkliği Uluslararası Sempozyumu"nu düzenlemiş, toplantıyı da basına kapalı yapmıştı. Ancak yabancı rektörleri pek inandıramamıştı. 7-9 Aralık 1981'de yapılan o kapalı toplantıyı dışarıdan Ufuk Güldemir izlemişti; güzel izlemişti. Ufuk Güldemir'e Münih Üniversitesi Rektörü Prof. Nicolaus Lobkowicz, Ufuk'un sorusu üzerine şöyle demişti: "Türkiye'ye gelip gelmemekte işte bu yüzden tereddütlüydüm. Sanki yapılan bazı işleri onaylamakta kullanıldığım izlenimi var bende… " (Cumhuriyet 10 Aralık 1981) Doğramacı buna ne diyecek? Herkesin susturulduğu 1981'de bir onaylatma toplantısı yapmak güç değildi; şimdi yapsın da görelim! Daha önceki yazıda açıkladım. Alman Prof. Bouer'e yazdığı mektupta, yurtdışına gitmek zorunda kalan Türk bilim adamlarını "yalancılıkla", birde "hainlikle” suçluyordu Doğramacı. Türkçede, “Ayaküstü yalan söylemek" diye bir deyim var. Doğramacı, kafadan mı atıyordu? İnsanlara hem haksızlık edilecek hem de suçlanacak. Olmaz öyle şey!
İhsan Bey, çoğunun gözünde yıllar yılı “Keyman" (anahtar adam) olarak bilindi. Tıp Fakültesi'ni bitirdikten sonra, Amerika'ya gitmiş, orada McNamara gibi dostlar edinmişti. Hacettepe'yi büyütürken, Amerikalı dostlarından da yararlandığını söylerdi.
Doğramacı, 1402 ile görevlerinden uzaklaştırılanların, göreve alınmayanların başlıca sorumlusu gibi. Bir gün, yasa çıkarma konusunda hiç güçlüğü olmadığını söylemişti:
İki satırlık bir şey yazıyorum, yasa oluyor! demişti.
1402 sayılı yasada, dönüşü engelleyici hükümleri değiştirme girişiminde bulunmadı. Dolambaçlı konuştu, işi yokuşa sürdü. Demokrasiye inanmayanlar, böyle yaparlar! Demokrasiye gönül vermemiş olanlar, üniversite özerkliğinden de bir şey anlamazlar!
27 Mart 1988, Cumhuriyet