İstanbul’a, DİSK’in 20. yılını kutlama toplantısına giderken, kafamda. Hopa'da geçtiğimiz hafta cuma günü toprağa verilen Fevzi Karaman vardı. O yiğit adamı bir türlü unutamıyorum. Gözümün önünden gitmiyordu. Ben, emekli Emniyet Müdürü Fevzi Karaman'ın, kendi isteğiyle emekliye ayrıldığını yazmıştım, öyle değilmiş, 1982 yılı başında, 'resen” emekli edilmiş. 32 yıllık görevi sırasında, herhangi bir nedenle, ne adli, ne de siyasal bir soruşturma geçirmemiş, sicili de bozulmamıştı. 31 Ocak 1978'de Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Başkanlığı’na atanmış, iki yıl bu görevi başarı ile sürdürdükten sonra. 1979'da AP azınlık hükümetince, merkeze alınmış. Belli ki Fevzi Karaman, çoktaaan mimlenmiş de haberi yokmuş! 1982'ye dek görevsiz kalan Fevzi Karaman, 12 Eylül’den sonra da tepeden inme emekli edilmiş.
O yazıdaki bir yanlışımı daha düzeltmek istiyorum. Fevzi Karaman'ın DTCF Arkeoloji Bölümünü bitirdiğini yazmıştım, öyle değilmiş, fakültenin kütüphanecilik bölümünü bitirmiş. Arkeoloji, özel ilgi duyduğu bir dalmış. Yaşamımda, böyle bir polis görmedim desem yeri. Belki de acılardan, baskılardan yüreği dayanamadı, durdu. İlacını bile ağzına alamadı. Nerede kaldı Amerikalara gönderilip iyileştirilmesi. Bu dürüst, insancıl Karadeniz çocuğunu hiç unutmayacağım Fevzi Karaman’ın eşi, son aylarda bir trafik kazası geçirmiş, beyin ameliyatı da olmuştu. Onları, Samsunlarda bulmuş, bir “geçmiş olsun” demek istemiştim. Eşi sonra iyileşti, bu kez kendisi gitti! Üç çocuğu vardı. Onlara başsağlığı diliyorum.
Fevzi Karaman'ın, el yazısıyla birkaç tümcelik bir notunu da getirdiler 1985 martında şunları yazmış:
“Sn. Ekmekçi'nin domuz hakkında verdiği savaşım, bizim demokrasi savaşına benziyor. Neden mi? Çünkü bizde demokratik savaşım başladığı zaman 'Bu iş Türkiye’de tutmaz!' demişlerdi. Her baskıya ve askıya karşın tuttuğunu görüyoruz.”
Bir başka tümcesi de şöyle: “Ekonomik gelişme hızı 1986'da yüzde 7.8, vay canına!”
DİSK’in Pera Palas’taki kokteylinde, Necdet Uğur, İlhami Soysal’la Sadullah Usumi'ye beni göstererek:
Bu da ufak ufak İstanbul'a gelmeye başladı, ama biraz geç kaldı dedi.
İstanbul'da hep duruşmalara ne gelecek değilim ya bir de böyle DİSK’in çağrısına uyup, kokteyline gideyim dedim.
Pera Palas, böyle kalabalık bir topluluğu bir arada görmüş müydü bilmem. Görmüştür, niye görmesin? Düğünlerde görülmüştür böyle kalabalıklar. Bu da DİSK'in yaş günü şöleni değil miydi? 20 uluslararası sendikanın yöneticisi, bir o sayıda uluslararası ilişkiler bölümü yazman ya da sorumlusu, o akşam Pera Palas taydılar. Kokteylde, Türk-iş yöneticileri neden yoktu? Bu olmayış, uzun uzun düşündürdü. Belki de yedi yıl boyunca, Türk-İş'in sendika ağaları, DİSK’in çalışmaları durduruldu diye ellerini ovuşturmuşlar:
Aman ne iyi, ödentiler bize gelir, en büyük biz oluruz mu demişlerdi?
DİSK yöneticileri, onca yıl hapislerde yatarken. Türk-iş yöneticileri ne yaptılar, hiç düşündünüz mü? Hangi dayanışmada bulundular onlar hapisteyken? Sigara mı gönderdiler, ne yaptılar? Bir açıklasalar ya…
Açış konuşmalarını DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk yapıyor, sonra sözü uluslararası kardeş sendikaların yöneticilerine bırakıyordu. Akşam, yemekte Baştürk şunları söyledi:
... Türkiye işçi sınıfı, Batı Avrupa sendikacılık hareketinin önemini Avrupa Sendikalar Konfederasyonu'nun işlevini daha iyi anlamış durumdadır. Bu nedenle gelecekte, DİSK'in ilkelerini, Avrupa Sendikalar Konfederasyonu ASK'ın ilkelerini hayata geçirebilmenin mücadelesini vereceklerdir. Hakkımızdaki nihai karar ne olacaksa olsun, bizler Türkiye işçilerinin geleceği açısından, taşıdığımız sorumluluğun bilincinde olarak zor olanı aşabilmenin kararlılığı içindeyiz. Buradaki varlığımız bu anlamda Türkiye işçi sınıfına tam anlamıyla güç vermiştir. Hepinize tek tek teşekkür ediyor, kadehimi sizlere, mücadelemize, demokrasi ve özgürlüklere, emeğin Avrupa’sına, uluslararası dayanışmaya kaldırıyorum.
Yemekte, bir ara elektrikler kesildi. Jeneratör çalıştırılıncaya dek mumlar geldi. Yabancı sendikacılar, elektriklerin kesilmesini yeni bir eğlence fırsatı saydılar.
Happy birthday to you... diye bağrıştılar.
Çok keyiflenmişlerdi.
İngiliz sendikacı Norman D. Willis, DİSK’lilerin, yıl, ay, gün olarak ne kadar cezaevinde yattıklarını hatırlattı. Onlar içerideyken, tutukluların eşleri dışında kimseyle görüşemediklerini anlattı. Konuşmasını şöyle sürdürdü:
Biz buraya Türkiye'nin içişlerine karışmaya gelmedik. Ancak şunu söylemek isterim ki Ortak Pazar'a girmek isteyen Türkiye insan hak ve özgürlüklerine tam anlamıyla uyan bir ülke olmadan, sendikal hakları Avrupa'da olduğu gibi eksiksiz vermeden. Avrupa Topluluğu ülkesi olamaz.
İspanyol sendikacı Manuel Bonmati de şöyle dedi:
Futbol maçının kuralları vardır, voleybolun kuralları vardır; demokrasinin de kuralları vardır. Bizimle futbol oynayan Türk takımı, nasıl futbolun kurallarına uymak zorundaysa Türkiye Avrupa Topluluğu'na girebilmek için de demokrasinin kurallarına uymak zorundadır.
Konuk sendikacıların, anlayamadıkları bir şey vardı, şöyle diyorlardı:
DİSK ile Türk-İş niye anlaşamaz?
İtalyan sendikacı, İtalya'da sosyalist kanadı destekleyen, Hıristiyanları destekleyen, İtalyan Komünist Partisi’ne yakın ayrı ayrı görüşte sendikaların bulunduğunu, ancak tümünün demokratik, sendikal haklar söz konusu olduğunda, hemen dayanışmaya geçtiklerini söyledi.
Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) Genel Sekreteri John Vanderveken şöyle dedi:
1906’da ilk grevin yapıldığı bu otelde bu akşam grev olmadığı için sizlere teşekkür ederim! Ben, şimdiye değin, böyle bir topluluğu bir araya getiremedim. Abdullah Baştürk'e, bu yüzden hayran olduğumu söylemek isterim. Buraya gelenler, herhalde burada kokteyl olduğu için gelmiş değiller. Biz, bir dayanışmanın örneğini vermek için buradayız. Biz yalnız iyi günlerde değil, karanlık günlerde de dostuz. Sayın Baştürk ve arkadaşları, bizleri gelecekte de görebilirsiniz…
Pera Palas, 1893 yılında yapılmış. Vanderveken'in açıkladığına göre, 1906'da, 81 yıl önce işçiler, burada ilk grevi yapmışlar. Netaş işçilerinin grevini düşündüm. Demokrasiden, onun işlemesinden yana olanların grevi kırmak değil, onun başarıya ulaşması için çalışmaları gerekir.
1979’larda DİSK'in yarım milyonun üstünde üyesi vardı. 12 Eylülden sonra, çalışması durdurulup yöneticileri cezaevlerine konunca, üyeler ne yapacaklarını şaşırdılar. Türk-İş, onları yutmak için bekliyordu. Yasalara göre, dayanışma ödentisiyle. DİSK'te kalmak da olanaksızdı. Gönülleri DİSK'te, gövdeleri Türk-İş'te işçiler dönemi başladı. Gözlenen oydu ki DİSK çalışmaya başlar başlamaz. Türk-İş'in yerinde yeller esebilir...
Gelen konuklar arasında, milletvekilleri de vardı. Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup üyesi Batı Alman Parlamenter Ludwig Fellermaier ile Federal Almanya Yeşiller’inden Bavyera Milletvekili Wolfgang Fonnoftits bunlardandı Wolfgang, kokteylde Erdal İnönü ile görüşürken. 1953-1957 yıllan arasında, babasının Ankara'da Alman elçiliği müsteşarı olduğunu, bu şıralarda İsmet Paşa’yı tanıdığını söyledi:
Babanız İsmet İnönü'nün elini öptüm! diye ekledi.
O yıllarda, 13-15 yaşlarında olan Wolfgang. Boğaz'ı yüzerek geçmiş. Wolfgang'la birlikte, Yeşiller in basın danışmam Ali Yurttagül de gelmişti. Alı Yurttagül'ü, Brüksel'de Doğan Özgüden'in bürosunda tanımıştım. Burada görünce sevindim.
Dışarıdan gelen konuklar, tüm masraflarını kendileri karşılıyorlardı. Ben de DİSK'in çağrılısı ancak Cumhuriyet’in konuğuydum...
15 Şubat 1987, Cumhuriyet